ALİ DİZDARFLAŞ HABER

TAHTA İSKELE VE BALIK. YAZAN ALİ DİZDAR

Anlatımlarımda sıklıkla bahsini yaptığım ve eski Bodrum fotoğraflarında sıklıkla rastladığımız, artistik pozlar vermiş birçok küçük tahta iskeleler, deniz yaşamımızın can damarları gibiydiler, onlara ulaşım köprüleri demek daha doğru olur.

Bizim mahalle Kumbahçe’de sahile dik bakan sokağın bir sakini yani ekonomik durumu iyi olanı veya teknesi ya da sandalı olup da iskeleye ihtiyacı olanı sokağının hizasına, kapısı denize bakan evin sahibi kapısının hizasına, pansiyon ve oteller mekânın giriş kapısı hizasındaki kıyı denizine, bir iskele yaptırırdı. İhtiyaca hizmet edecek büyüklüklerde. İskelenin kime ait olduğu bilinir ancak rahatlıkla kullanılırdı. Dinç’in iskelesi, Yalçın abenin iskelesi, Başkatibin iskelesi, Doktorun iskelesi Vasfi amcanın iskelesi, Derviş Görgün (Belediye başkanı) iskelesi, Azmakbaşı iskelesi v.s.

Bodrum’a sadece yazları tatile gelen mahallemizde Dinç Pansiyondan sonraki son Palmiye ağacının karşısında bahçesinde yetişkin yüksek iki adet palmiye ağacı olan evin sahibi biz yaşlarda iki kızı olan DOKTOR olarak dillendirdiğimiz bir doktor vardı. O da ailesi için yüzmek ve sürat botlarını bağlamak için evin hizasına gelen kıyıya iskele yaptırırdı. Doktorun iskelesi. Onunki biraz daha özenli olurdu 4-5 metre kadar dar gider, sonunda kare şeklinde bir basamak da yükselerek genişler bir platform oluşturur, platform kenarlarına paravan yaptırır, kendilerini çevreden soyutlarlardı. Denize girerken ya da güneşlenirken etraftan görünmemek ister gibi bir hal takınırlardı. Kızlar bizim mahallelilerle muhatap olmaz, iki kardeş yazı yalnız geçirirlerdi. Biz de onlara kasıntılar derdik.

Doktor iskelesini kullanmamızdan pek hoşlanmaz bazen kovalardı. Bizim umurumuzda olmaz fırsatını bulur kullanırdık. Bizi kovalamasının intikamını da alırdık. İskeleye bağlı 4-5 metre boylarında polyester gövdeli bir sürat botu ve bot üzerinde ipi çekilerek çalıştırılan EVİNRUDE marka takma motoru vardı. Ara sıra gezmek için bota binerler genellikle makine aksilik yapar çalışmaz, işte o zaman kıyıda oynayan biz çocuklar, çalıştırma ipini her çekişinde hep bir ağızdan bağırarak saymaya başlardık, ONBEŞ, ONALTI, ONYEDİ diye 50 leri geçene kadar saydığımız olmuştu. Sinir eder intikamımızı alırdık. Bazen gezmekten vazgeçer sinirli sinirli eve geri dönerlerdi. Biz de keyiflenirdik.

Bu iskeleleri yapan belli kişiler vardı. Bizim mahallede bir tanesi GABİS MEMET idi. Kıyı denizine balyoz ile uzun ve kalın kazıklar çakar ve üzerine tahta dilmeler çakarak iskeleyi oluştururdu. Başkaca motorlu bir alet falan kullanmazdı.

GABİS MEMET Mahallemizde çok işe koşuşturan çalışkan bir adamdı. Çok bağırarak konuşur tanımayanlar karşısındakini azarlıyor zannederdi. Bir zaman Artemis Otel, Karya Otel ve Dinç Pansiyon önündeki geniş kıyı alanını kıyıya ırgat teşkilatı kurarak küçük teknelerin karada kışlamasını sağlayan çekek yeri haline getirmişti. Önceden de oralara tekneler, bilhassa piyadeler çekilirdi ancak tekneler küçük olur, bir vinç ihtiyacı duyulmazdı. Tekne sahibi ya yoldan geçenlerden ya da kahvede oturan ahaliden “BİR EL VERİN DE ÇEKELİM GAYIĞI” diyerek yardım ister, asla reddedilmez, herkes gelir, çok yaşlı varsa bile seyretmeye gelir, kahvede tek bir kişi bile kalmazdı. Teknenin her iki yanına dizilinir bir kısmı da baş ipine yapışırdı. Tekne sahibi, hep beraber yüklenelim Bismillah anlamına gelen “HOOOOOOOP!… HEPBERABER!… YUSAAAAAA!… BİS!…” komutuyla hem herkese bir gayret verir hem de herkesin aynı anda yüklenmesini sağlayan tetiklemesi ile tekne gideceği yere kadar “DURMASIN!.. DURMASIN!.. DURMASIN!..” nidalarıyla sürüklenerek karaya alınırdı.

Turizmin de başlamasıyla tekneler biraz daha büyümüş ve çoğalmıştı bu ihtiyacı fark eden GABİS kıyıya tekne çekmek için küçük bir kızak ve bir IRGAT (bir çeşit vinç) sistemi kurarak bu ihtiyacı gidermişti. Irgatın üzerinde ırgatı döndürmeye yarayan yaklaşık 1-1,5 metrelik kollar olur bu kollara dayanarak dolap beygiri misali çevirecek insan gücüne ihtiyaç olurdu. Tekne cüssesine göre bazen bir, bazen iki, bazen de dört kişiye ihtiyaç duyardı. Bu kadar yardımcısı olmayan GABİS yoldan geçen tanıdıklardan ya da denizde oynayan gençlerden yardım ister, elbette gelirlerdi. Bu alan kış aylarında lodos fırtınalarının büyük dalgalarına maruz kaldığından, karadaki tekneler zor anlar geçirseler de Allah korur temennisiyle kışlarlardı. İçmeler Mevkisinde tersane ve çekek yerleri tesis edildikten sonra burada karaya alma sandallar hariç sona erdi.

GABİS MEMET, sucu KARADAYI’nın da damadıydı, Karadayı’dan sonra suculuk işini devraldı, Kumbahçe Mahallesinin içme suyu ihtiyacını Bağlar koyundaki kaynaktan, tekneyle su taşıyarak sağlayan son kişi olmuştur. Bağlar’ın yapılaşması ve turizmin modernleşerek damacana suyun yaygınlaşmasıyla içme suyu taşıma işi bitince, teknesini balıkçı teknesine çevirmişti. Talihsiz rahatsızlıklar dolayısı ile tekerlekli sandalyeye mahkûm olduğunda balıkçılığı iki oğluna devretti, sonra da rahmetli oldu nur içinde yatsın.

GABİS parmaklarını kullanmadan çok iyi ıslık çalan birisiydi, hatta şarkı notalarını bile çalabilirdi. Eniştem tekne ustası Erol AĞAN olgunluk çağına kadar mahallenin kızlarına yan bakan yabancıları pataklayan mahallenin bıçkın delikanlılarındandı, eli de ağırdı. Olgunluk çağlarına girdiği zamanlar da bazen yanlış anlamalar da olur, kişilerin üzerine de yürüdüğü, boş yere adamı dövecek diye düşünüldüğü zamanlarda, GABİS MEMET de oradaysa eniştemin Madımak türküsünü çok sevdiğini bildiğinden adamı kurtarmak için ıslıkla Madımak Türküsünü çalar, dayanamayan eniştem oynamaya başlar ve yumuşar dayak yiyecek adamda kurtulur kaçardı.

İşte GABİS MEMET’in de yaptığı çocukluk ve gençliğimin bu İskelelerinde oturur balık avlardık bazen olta bulamaz çarşıya gitmeye üşenir annemin toplu iğnelerinden birkaç tane alır onları kıvırır olta yapardım. Misina kalmadığında siyah makara ipliği bile kullandığım olmuştu. Gerçi yakalanan balıkların yarısı kaçardı ancak misinayı hızlı hızlı çekersem kaçırmazdım.

DENİZ ÇAYIRLARI yani ERİŞTELER (posedonia çayırları) nedeniyle her yerde olduğu gibi Kumbahçe Mahalle sahilinde de balık boldu. 7-8 yaşlarında bir çocuk elinde 20 metre misina ve ucunda bir olta ile evden aldığı iki dilim ekmeği denizde ıslatıp, hamur haline getirip yem yaparak bir evin günlük balık ihtiyacını yakalayabilirdi bu iskeleler üzerinde.

Kumbahçe sahilinde, günün herhangi bir zamanında, serpme ağ ile balık avlayanları görebilirdiniz. Hüseyin Abi (Hüseyin Güvercin), ya da Yıldırım Abi (Yıldırım Kocair) sırtlarında asılı balık torbası eller arkada ve eller arasında atışa hazır serpme ağ. Bütün kıyı boyunca eğilerek bir panter sessizliğinde yürürler, toplaşan balıkları kollar aniden serme ağı fırlatarak nevaleyi doğrulturlardı.

Kumbahçe sahilimizin genel balık çeşitleri başta Kefal olmak üzere Uslu Sarpa, Çipura, Melanur, İspari, Karagöz, İskorpit, Barbun ve tabi ki Ahtapot. Bodrum’a kesin dönüş yaptığım 1996 yılında kıyı denizinde ilk kontrol ettiğim küçüklüğümüzde ve gençliğimizde kıyıdaki çakıllı yerlerde taşların altına yapışık olarak duran işaret parmağınızın iki boğumu büyüklüğünde altında bir vantuzu bulunan bizim yapışkan balık dediğimiz, literatürdeki ismini bulamadığım balıklardan hala var mı diye yoklamak olmuştu. Elbette kalmamıştı muhtemelen çöpçü balığı türünde bir balıktı, sonraki yıllarda bir kere Tavşan Burnu sahilinde rastladım bir daha rastlayamadım.

Bizler ara sıra evdeki en büyük alüminyum tencereyi alır, beyaz tülbent, Amerikan bezi ya da eskimiş beyaz tişörtü keserek tencerenin ağzına bağlar, bezin ortasına çay bardağı ağzı büyüklüğünde bir delik açar ve bezin iç kısmına ekmek hamuru sürer, tencerenin içerisine biraz taş ağırlık koyarak diz boyu kıyıda dibe batırırdık. Yeni yetme kefaller tencereye doluşur hamuru yemek için küçük delikten tencerenin içine girer çıkamazlar, yeterince dolduğuna kanaat getirince tencereyi kaldırırdık. Her seferinde yaklaşık yarım kilo civarında küçük kefal yakalardık. En büyük zevkimiz de hemen deniz kenarında ateş yakar balıkları tenekeler üzerinde pişirerek yemekti. Bazen değişiklik olsun diye deniz kıyısından, bizim dilimizde KORTLANGOZ ve KAPAK olarak adlandırılan kıyılarımızda çok bol olan taşlar ve kayalar üzerinde yapışık olan küçük deniz kabuklularını toplar, yanan ateşin üzerindeki teneke üstünde pişirir yerdik. Ahtapot avlamaya gerek duymazdık, kıyı denizinde ayakta dur gelir ayağına yapışırdı.

Balıkçı tekneleri piyadeler sık sık voli avı yaparlardı kıyı denizinde bilhassa gecenin sessizliğinde POOFF TAK TAK TAK TAK…. POOOFFF TAK TAK TAK TAK…..Sesleri bütün mahallede yankılanırdı.
Voli avcılığı sığ kıyı bölgelerine döşenen voli ağları ile balıklar ürkütülerek yapılan balık avcılığıdır. Genellikle Piyade tekneleriyle gece yapılırdı. Voli ağları serildikten sonra, tekne denize serili ağların içerisinde dolaşır Voli tokmağı ile gürültü çıkararak durağan balıkların sağa sola kaçışmalarıyla ağlara takılmasını sağlarlardı. Voli tokmağı. Uzun bir sırık ucuna monte edilmiş huni şeklinde yapılmış ahşap vantuz. Voli tokmağı denize hızla vurulduğunda küçük bir bomba etkisi yaratırdı. Uzun sırığın ucundaki huni şeklindeki ahşap vantuzun içi boş olduğundan içindeki hava boşluğunun suya çarpmasıyla oluşan POOOF sesi ve ardından ayaklarıyla teknenin güvertesine vurarak gürültüye katkı yaparlardı. Eğer teknede iki kişi iseler diğeri de eline iki takoz tahta parçasıyla küpeşteye vurularak gürültüyü uzatır ve şiddetleştirilirdi. Voli avcılığı gece yapıldığı için POOF!… TAK TAK TAK TAK…. sesleri Gece karanlığında ve sessizliğinde koyun içinde yankılanırdı. Uyuduğumuz sahile yakın evlerden bu sesleri rahatlıkla duyardık, tekneyi görmemiz gerekmezdi. Elbette o zamanlar insan az balık boldu gürültü kirliliği de yoktu.

Bu kadar balığın bol olduğu bir sahile sahipken bile değişiklik olsun diye ya da değişik balıklar yakalamak için sandallarla gaddidiye gider, küçük maceralar yaşadığımız da olurdu. Bizim GADİDİ dediğimiz, yabancıların PARAKETE diye adlandırdıkları olta takımıyla, en altta kurşun ağırlıkla denize salınan uzun misina üzerine bağlanmış 3 oltadan 10 oltaya kadar çok oltalı balık avlama düzeni. Boğazlarda tüylü oltalarla avlanır bizim burada balıklar tüylere aldanmaz illaki yem isterler, biz de genellikle SÜBYE dediğimiz mürekkep balığı, MAMUN dediğimiz deniz böceklerini veya bulabilirsek karides yavrularına benzeyen dere ağzı kumsallarında bol bulunan ÇİMÇİM dediğimiz kabukluları yem olarak kullanırdık.

Şubat ayındayız hava oldukça soğuk delikanlılığa yeni merdiven dayadığımız zamanlar mahallede toplaşmış muhabbet esnasında birisi “HADİ BALIĞA GİDELİM BİZİM SANDALNAN” dediğinde kimse itiraz etmedi. Sandalımız 5-6 metre büyüklüğünde motorlu, ortasında balık koyma yeri LİVAR’ı da olan Marmara Teknesi dediğimiz model. Anlaştık gece gideceğiz PARAGADİ sereceğiz. PARAGADİ, uzun bir beden misina üzerine belirli aralıklarla bağlanmış kısa bedenli misinalı oltalar takımı. Ve bu takımın belli bir düzen içinde deniz tabanına serilmesine de PARAGADİ avcılığı deriz. PARAGADİ büyükçe bir kargı sepet içerisine toplanır oltalar sepet kenarlarına bağlanmış mantar kenarlıklara sırayla ve itinayla takılarak dizilir. PARAGADİ beden uzunluğu isteğe bağlı, ortalama 1000 (bin) metre civarında, olta sayısı da uzunluk ölcüsü ve avlanacak balık cinsine göre 200 – 300 olta civarında olur. Her oltaya belirli büyüklükte yem takılarak paragadi yemlenerek hazırlanırdı.

Paragadiyi sereceğiz, geceyi koyun birinde geçirip sabah paragadiyi toplayıp geleceğiz. Ancak paragadimiz yoktu, babası balıkçı olan Hasan’a baskı yaptık, babasının paragadisini aldı, yemleri sağladık, paragadiyi yemledik, Gadidilerimiz de var belki gadidi de yaparız. Gece geç vakit gideceğimizden, buluşma yeri olarak Limanda Kale Disko’nun önünü verdik. Çünkü teknemiz de orada. Kale Disko günümüz belediyenin işlettiği limanda kalenin duvarı altındaki KALE KAFE.
Akşam erkenden toplaştık, vakit geçirmek için kale disko da eğlendik biraz da içtik. Ben diskoya girmedim dışarıda zaman öldürüyorum o arada Kale Disko sahiplerinden birinin, televizyonda seyrettiğimiz dizideki LASSY benzeri güzel ve iri bir Koli cinsi köpeği var. Ben köpeğe sataşıyorum, köpek beni kovalıyor kaçarak mendireğin üzerine çıkıp kurtuluyorum, köpek geri dönüyor bir sure sonar tekrar gidiyorum, köpek beni görünce yine kovalıyor böyle oynuyoruz. Bir ara köpek kayboldu ben de tekneye yakın kıyıda dolaşıyorum aniden köpeği karşımda görünce mendireğe kaçamadım tekneye atladım. Sonraki sürede köpekten kaçarken birkaç kez daha böyle tekneye girip çıktım.

Zaman geldi toplandık bindik tekneye 6 kişiyiz paragadi sepetimiz kıç üstünde, vardık belirlediğimiz bölgeye ve paragadiyi atmaya başladık. Paragadiyi atan arkadaşta küfür kıyamet, anlaşıldı ki paragadi karışmış atılmıyor. Ne oldu buna diye soruşturuluyor, benim aklıma geldi ben köpekten kaçıp tekneye girip çıkarken bir keresinde yanlışlıkla sepetin içine basmıştım. Olay anlaşılınca epeyce bi azar işitmiştim ve planları da berbat etmiştim.

Elbette herkes evinden izin alırken biz balığa gidiyoruz demişti. “EEEE NE YAPCEZ ŞİMDİ” sorusuna şöyle bir çare bulundu. Geceyi geçireceğimiz koya gideceğiz sabah GADİDİ’lerle balık yakalayıp mahalleye döneceğiz. Balıksız dönüp millete alay konusu olmak istemiyoruz.
Tamam, Karaada karşısında Tavşan Burnu civarında bir kıyıya çıktık hava da buz gibi soğuk, uyumamız pek mümkün değil kıyıda ateş yakıp sabaha kadar sohbetle ekmek, piskevit tıkınarak sabahı ettik. Gün ağarmasıyla birlikte çıktık sahaya, Karaada Bodrum arasındaki boğazda avlanıyoruz. Genellikle bizim HENNOZ dediğimiz Hani balığı yakalıyoruz öğlen oldu acıktık eve dönemeyiz çünkü yeterince yakalamış değiliz devam etmeliyiz, yine en yakın sahile çıkıp yakaladığımız balıklardan bir kısmını bizim SAKIZDIRIK dediğimiz yabani sakız ağacı olan maki çalılığından kestiğimiz çubuklara dizip pişirdik. Ekmek de kalmamış, neyse ekmeksiz açlığımızı bastırdıktan sonra tekrar avlanmaya devam ediyoruz. Hava öyle soğuk ki eli donan elini denize daldırıyor, ısıtıp avlamaya devam ediyoruz, alaya alınmamak için titreye titreye balık avlamaya devam ettik. Akşamüstüydü artık tamam dedik yeterli bu diyerek Bodruma geri döndük ki en az üçümüzün ailesi merakla sahilde bekliyorlardı. Bizi görünce yüreklerine su serpildi. Epeyce sitemkar oldular, herkes evde azarını yedi. Herkesin payına oldukça bol balık düştüğünden en azından alaya alınmaktan kurtulmuştuk. Elbette tüm kabahat bana yüklendi.

Ertesi gün oldu biz yine Mehmet’le birlikte Hasan’ı almaya evine gittik ki, dolaşmış paragadi yüzünden Hasan garibim epeyce azar yemiş, yüzü çarşamba pazarı gibiydi. “OLUM BU PARAGADİYİ AYIKLAMAMIZ LAZIM BABAM BENİ YİCEK” dedi. Yapacak bir şey yok oturduk üç kişi öğleye doğrudan akşama kadar Arap saçına dönmüş PARAGADİ’yi ayıklayıp düzeltmiştik. Paragadi sepetini düzenli bir şekilde Hasan’ın babası ARAP amcaya teslim ettiğimizde Arap Amca “BU İŞİ GÜZEL YAPIYOSUNUZ, BİDAHA OLURSA YİNE SİZİ ÇAĞIRIRIM” diye espriyi de patlatmıştı her zaman ki gibi.

Şimdi bu sahilde dolgudan ötürü posedonia çayırları pek kalmadı, balık da büyüteçle aranacak kadar azaldı, sahilde kamışla balık avlayanları görürsünüz ancak vakit öldürmek ve kol adalelerini geliştirmek için at, çek yaparak spor yaparlar.

Sağlıcakla kalın, saygılarımla. Ali Dizdar

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu