İSTANKÖYLÜ KIZ ZÜHRE
İSTANKÖYLÜ KIZ ZÜHRE
Yazan :
Zühre HELEBİ AVCI
İlk Düzenleyen:
Gökçe METİN & Melek AVCI METİN
Son Derleyen ve Düzenleyen :
Ali DİZDAR
ONDOKUZUNCU BÖLÜM
***
Burada sözü İstanköylü Kız Zühre’den aldım ki hikayemizin bizlerle çakışan bir yerinde baba dedem Sait Kaptanın hikayesine de yer vereyim.
SAİT KAPTAN…
Çocuk yaşındayken babası Ali Kaptan Girit’ten Kos’a getirmişti onları, daha güvenli bir ortamda yaşasınlar diye. Girit Adasında Osmanlının zayıflamasını fırsat bilen Rum çetelerin baskınlarından canlarını zor kurtarıp gelmişler İstanköy Adası’na (Kos’a) yerleşmişlerdi.
Sait DİZDAR, dedesi Recep kaptandan geleneksel mesleklerini devr alan babası Ali Kaptan’dan öğrenmişti denizciliği ve iyi bir kaptan olmuştu. Evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra teknesiyle çıktığı Afrika seferinde yaşadığı talihsizlikler nedeniyle Yemen’de iki yıldan fazla bir süre mahsur kalmış adaya geri dönememişti. Ailesi adada bu iki yılda zor günler geçirmiş karısı uzun süre dönmeyen ve bir haber alamadığı kocası Sait Kaptan’ın öldüğüne kanaat getirmişti. O zamanlar denizcilerin eceliyle öldükleri nadirdi. Sefere gidip uzun süre kendisinden haber alınamayan denizcilere, fırtınada teknesi batmış ve boğulmuş gözüyle bakılırdı. Artık eşinden ümidini kesmiş ve üç çocuğuyla (Müveddet, Nefise, Recep) ortada kalmış geçinemez duruma olan anne daha fazla dayanamadığı için kendisine talip olan bir adamla evlenmek zorunda kalmıştı. Daha yeni evlenmişlerdi ki Sait Kaptan çıka geldi. Karısının başka bir adamla yaşadığını da görünce çok kızıp çocuklarını yanına aldı. Karısı geri dönmek için çok yalvardıysa da affetmedi. Ancak mesleği icabı evde oturması mümkün değildi. Denizciydi eve gelmesi bile haftalar alan seferlere çıkıyordu. O sıralarda ölen ağabeyinin karısı Saadet ile nikah kıyıp yeniden ev kurdu. İkinci karısı Saadet’ten de üç çocuğu oldu. Fatma, Ali ve Ahmet.
Yıl 1944 İkinci Dünya Savaşı yılları. “SELAMET” yelkenli teknesi onun ekmek teknesiydi, ancak üç yıldır karada bekliyordu. Kahrolası Almanlar Avrupa’yı kasıp kavurmaları yetmemiş ta buralara kadar gelmiş, adaları işgal etmişlerdi. Denizde can pazarı yaşanıyordu. Dalgıçlar süngerciliği bırakmış, balıkçılar bile kıyıdan fazla uzaklaşmıyorlardı. Denize çıkan birçok kaptan evine dönememiş, kim bilir hangi adada tutsak kalmışlardı. Denizler, İngiliz ve Alman donanmalarının çatışmaları nedeniyle cehenneme dönmüştü. Lanet olsun deyip canından olmaktansa açlığa mahkûm olmayı yeğlemişler adada kısılıp kalmışlardı. Babası onları daha güvenli bir ortamda yaşasınlar diye getirmişti bu adaya ancak İstanköy Adası da artık yaşanmaz hale gelmişti.
FOTO İKZ 013
FOTO İKZ 014
Sait Kaptan nakliye işi yapıyordu, o adadan bu adaya taşınacak ne olursa salimen götürürdü, bu nedenle teknesine “SELAMET” ismini koymuştu. Çoğu akrabası ve arkadaşı gitmişlerdi. Benim de Bodrum’a geçme zamanım geldi diye düşünüyordu. “Daha fazla neyimi kaybederim ki” diye kendi kendine söylenirken teknenin altında, kısmen katrana bulanmış pamuğu büküp, armuz yapmış maderlerin arasına keski ve kalafat tokmağı ile tıkıştırmaya çalışıyordu. Bu işler kalafatçının işiydi, ancak iki yıldır işe çıkamamıştı, kalafatçıya verecek parası yoktu, kalafatı da boyayı da artık kendisi yapacaktı.
Savaş yılları adaya kıtlık ve sıkıntı getirmiş, yaşamı çekilmez yapmıştı. Adaya atılan bombalardan illallah etmişlerdi, ancak bununla kalsaydı iyiydi. İkinci karısından olan en küçükleri 7 yaşındaki oğlu Ahmet arkadaşları ile tarlalara düşen patlamamış bombaların barutlarını çıkarıp, yakma oyunu oynarken patlayan bir bomba nedeni oracıkta yaşamını yitirmişti. Oğlanları 7 yaşında kaybetmek kaderi miydi ki. İlk eşinden olan oğlu Recep de ikinci karısına bir türlü alışamamış üvey anne sendromu yaşamıştı. Evlenip Bodrum’a göçmüş olan kız kardeşi Şerife, 7 yaşındaki yeğeni Recep’in haline çok üzülmüş duruma el koymuş oğlanı yanına alıp Bodrum’a götürmüştü o günden beri oğlunu görmüyordu. Şimdi 17 yaşında yağız bir delikanlı olmalıydı. Burada kalmanın anlamı yok artık, bu adada yaşanmaz diye kafa sallıyordu katranlı pamuğu tıkarken maderler arasına kalafat tokmağından alıyordu hıncını.
İlk karısından doğma iki kızı da evden gitmişlerdi. Büyük kızı Müveddet’i evlendirmiş, ikinci kızı Nefise de üvey anne ile geçinemediğinden ablasıyla yaşıyordu. Altı çocuktan ikisi kalmıştı Fatma ve Ali. Ali özürlü doğmuş kendini zor idare eder haldeydi. Kaçalım buradan savaştan, beladan, kıtlıktan. Bodrum’da iş olur, hem orada her gelen Türk’e ev veriyorlar, tekneyle işe çıkar karnımız doyar, en azından savaştan uzak huzurlu oluruz diye tekneyi hazırlıyordu. İki-üç haftaya teknesini yüzer hale getirip denize indirebilecekti.
Bundan sonrası daha önemliydi. Ben gidiyorum diye kaçması mümkün değildi, sefere çıkması için bir iş olmalıydı. Neyse onu da düşünmüştü, sıra müşteri bulmaya gelmişti. Adadan hastaları Kalimnos adasındaki hastaneye götürme seferi yapma bahanesiyle limandan çıkacak, gece karanlığında rotayı Bodrum’a çevirip kaçacaklardı. Limandan ayrılmak için izin belgesi gerekiyordu yoksa askerler bırakmazdı.
İzin almak çok kolay değildi elbet, ancak adada kıtlık başlamış adaları işgal eden Almanlar halka dağıttıkları gıda maddelerinde büyük sıkıntılar yaşıyor, adadan kaçanlara bir bakıma göz yumar hale gelmişlerdi. Bundan faydalanıp izin koparmak kolay olacak diye düşünüyordu ancak Bodrum’a kaçacak gönüllü ailelere ihtiyacı vardı. Kahvede fısıltıyla samimiyetinden emin olduğu arkadaşlarına çıtlattı “Tekne hazır olunca Bodrum’a kaçacağım isteyen gelsin onlardan ücret istemiyorum” diyordu. Birlikte kaçacakları ailelerin de hazırlanması gerekiyordu.
Mart ayı ortalarıydı, kayığın hazırlıklarını tamamladı eskiden beri beraber çalıştıkları gemicisi Selim’i de yanına alarak tekneyi denize indirdiler. Birkaç gün tekneyi deniz üstünde gözlemledikten sonra su yapmadığını görüp emin oldu ve evde muhafaza ettiği yelkenleri getirip montesini yaptılar. Artık hazırdı ve harekete geçti. Birlikte kaçacağı dört aile daha bulmuştu. Kendi ailesi ile toplamda 21 kişilerdi. Hükümet konağına gidip eşinin ve oğlunun rahatsız olduğunu, Kalimnos’taki Hastaneye tedaviye götürmek istediğini ve adada tedaviye gitmek isteyen kişileri de götürmek istediğini, kişilerin isimleri ve rahatsızlıkları yazılı listeyi verip izin istediler. Elbette şıp diye evet demediler. Bir iki gün bekletip, izin kağıdını imzalayıp verdiler. Birlikte kaçacakları ailelerden birinin oğlu “Bekir” işlemleri takip etmiş izin belgesini almıştı. Artık yola çıkma zamanı gelmişti.
İkinci karısı Saadet, kızı Fatma ve oğlu Ali ile üç beş eşyayı da alıp kayığa yükledi. Evleri babadan kalma Girit’ten gelen mülteciler için yapılan ve dağıtılan, halkın Giritli mahallesi dediği Kumburnu Mahallesinde küçük bir evdi. Evi ilk evliliğinden olan kızı Müveddet’e bıraktı. Onları götüremiyordu çünkü önce gidip Bodrum’da ortam ve yerleşim konularında bilinmeyenleri görüp tartmalıydı. Önce ben gidip bir keşif yapayım sonra gelip sizi de alırım diyordu.
Kalimnos Adası’na gitmek üzere izin aldıklarından görünür bir halde Bodrum’a yönelmek riskliydi. Bu nedenle gündüz gözüyle limandan çıkamazlardı, Bodrum’a yönelmeleri fark edilir başları belaya girebilirdi. O nedenle Sait Kaptan hareket için akşamüstü saatini seçmişti, liman sınırından çıkana kadar karanlık basması gerekiyordu. Sait Kaptan kaçacak ailelere yanlarına fazla eşya almamaları konusunu sıkı sıkı tembihlemişti. Gitmelerine razı gibi görünseler de şüphelenmelerini istemiyordu. Gerçi millet fakirlikten yıkılıyor, taşıyacakları pek fazla eşyaları da olmuyordu, ancak işgüzarlık edip gereksiz öteberi ile risk almak istemiyordu.
Kalimnos; çıktıkları İstanköy (Kos) limanının sol tarafında, Bodrum ise sağ tarafında kalıyordu ancak İstanköy liman çıkışının sol tarafında Kumburnu denilen uzunca bir kumluk sığlık vardı bu nedenle Kalimnos’a yönelmeden önce yönü Bodrum’a doğru olan bu burnu aşmak gerekiyordu. Bu nedenle senaryo gereği önce mecburen Bodrum istikametinde açılacaklar, ardından Kalimnos yönüne döneceklerdi, ancak dönüşe geçene kadar karanlık basacak ondan sonra da takipten kurtulacakları için Bodrum’a yönelmeleri fark edilmezdi. Rüzgârın hafif esmesiyle de Sait Kaptan’ın Planı tıkırında işliyordu.
MADER …. Teknelerin güvertesini ve gövdesini oluşturan yan yana yerleştirilmiş/çakılmış sıralı kaplama tahta dizilerine ya da parçalarına MADER denir. Zamanımızda terkedilmiş olan yığma usulü denilen gövde yapma tekniğinde mader dediğimiz tahta dizileri eğilip bükülerek yan yana çakılarak gövde oluşturulurdu.
ARMUZ …. Teknenin karada kalması ile Maderler kuruyunca daralır ve araları açılır bu aralıklara ARMUZ denir ve bu armuz aralıkları teknenin su almasına neden olur.
KALAFAT …. Armuz dediğimiz aralıkların kapatılma işlemine KALAFAT denir. Katrana bulandırılan pamuk bükülerek mader aralarına keski ve tokmak yardımıyla sıkı sıkıya tıkıştırılır. Buna KALAFAT YAPMAK denir. Ustalık isteyen bir işlemdir. Bunu yapana da KALAFATÇI denir. Denize inen tekne maderleri suyla temas edince ıslaklık ve nem alarak şişer ve armuzlar kapanır arada sıkışan pamuk su sızmasını önler.
ONDOKUZUNCU BÖLÜM SONU.