İSTANKÖYLÜ KIZ ZÜHRE
İSTANKÖYLÜ KIZ ZÜHRE
Yazan :
Zühre HELEBİ AVCI
İlk Düzenleyen:
Gökçe METİN & Melek AVCI METİN
Son Derleyen ve Düzenleyen :
Ali DİZDAR
YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM
***
Bu kaçış yolculuğumuzu beraber yaptığımız arkadaşım Medaha’larla adada ailecek görüşürdük. Onların da adada bıraktığı annesi babası ve Hatice ile Zatinur isimli iki kız kardeşleri vardı. Babası ve annesi, büyük olan iki çocukları Medaha ile ağabeyini, siz önden gidin yerleşin sonra da biz gelelim, oralarda sıkılmayalım deyip göndermişlerdi. Öncü giden iki genç hem iş hem de ev bulmakta hızlı hareket ederler diye düşünmüşler. Daha sonra gelecek olanlar sıkıntı çekmeden hazıra gelecekler. Ev bulma dertleri olmayacağı gibi iş bulmaları da kolaylaşacaktı. Bence de çok iyi fikirdi.
Medaha, ağabeyi ben ve kardeşim Mehmet Bodrum’daki bu beklemeyi fırsat bilip biraz etrafı gezelim istedik. Çıktık handan yürüyoruz Bodrum’un sokaklarında dolaşıp etrafı şöyle bir gözden geçiriyorduk. İlk kaçıp geldiğimizden bu yana pek bir değişiklik yoktu. Yollarda yürürken aynı zamanda da bir tanıdık İstanköylüye rastlar mıyız diye de bakınıyorduk. Derdimiz hasret gidermek değildi. Bodrum’a ikinci kaçışlarında devlet yardımı aldılar mı diye merakımızı gidermek istiyorduk. Devlet görevlisi Ahmet beyin verdiği onca garanti boşuna değildir diye içimizde bir ümit vardı. Ancak kimseyle karşılaşmadığımızdan soramadık. Herhalde onlar da vapurun önceki seferi ile İzmir’e gitmişlerdir diye düşündük.
Bodrum’a geleli üç gün olmuştu. İzmir’den gelecek vapuru bekliyorduk. Kaldığımız hana sabah erken saatlerde bir polis geldi ve hepimizi mahkemeye götüreceğini söyledi. Şaşırdık kaldık. Bizim mahkemelik ne işimiz olurdu ki. Yoksa kaçarak geldik diye bizi suçlu mu görüyorlardı. Korkmaya başladık. Polis yaşı 18’den büyük olanlar gelsin dedi. Toplanıp polisin peşine takıldık. Bizi adliye binasına götürdü. Her aileyi ayrı ayrı içeri çağırdılar. Annem ben ve babam üçümüz girdik. Hâkimin karşısına dizildik. Annemin kulaklarının duymadığı söyledim. Hâkim sadece bana ve babama adadan neden kaçtığımızı sordu. Babam da fakir olduğumuzu, adada iş bulamadığımızı, bu yüzden Türkiye’ye kaçtığımızı söyledi. Ben ilk defa bir hâkim karşısına çıkmıştım. Heyecandan elim ayağım titriyordu. Ben de ayni babam gibi bir ifade verdim. Aslında bize verilen vaatleri sayıp, neden yardım görmediğimizi sormalıydık. Ancak nerde bizde o cesaret, zaten korkudan elimiz ayağımıza dolanıyordu.
Hâkimin sorusunu kısaca cevapladıktan sonra tamam deyip bizi gönderdiler. İlk geldiğimizde böyle bir olay yaşamamıştık, şimdi niye mahkemeye çağırdılar acaba. Bizi geri mi gönderecekler diye korkmaya başladık.
Babam ertesi gün savcılıkta çalışan bir tanıdıkla karşılaşmış. Hasan dayı aslında bizim akrabamızmış. Hasan dayıya bizim mahkemeye çıktığımızın sebebini sormuş. O da “sizi mahkeme ettiler diye korkmayın kötü bir şey değil, o mahkeme uluslararası bir anlaşmadır, korkulacak bir şey yok” demiş. Bunu duyunca içimize su serpildi. Biz yine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduk galiba diye sevinir olduk. Bizden evvel gelenleri de ayni bizim gibi mahkemeye çıkarmışlar. Onlar da daha önce gelen vapurla gitmişler. Onun için daha önce kaçıp gelen hiç kimseyle karşılaşmamıştık.
Bodrum’a geldiğimizim haftasıydı vapurumuz geldi. Böylece toparlanıp hanı boşalttık, borcumuzu ödeyip ayrıldık, eşyalarımızla birlikte yine limana taşındık. Hepimiz rıhtımdayız. Vapur yine kalenin uzağına demirledi ve daha önce İzmir’den dönerken eşyalarımızı taşıyan sandallar gelip eşyalarımızı alıp götürdüler. Sonra da bizleri taşıdılar ve kamaralarımıza yerleştik. Vakit geldi vapur acı acı düdüğünü çalarak Bodrum’dan ayrıldık. Artık İzmir yolundayız. Güvertede Bodrum’a son kez bakarken gözüm yine Bodrum kalesinde dalgalanan al bayrağıma takıldı. Üç buçuk yıl önce Bodrum’a ilk geldiğimizde bayrağımızı ilk gördüğüm günün heyecanını hatırladım. Bayrağıma olan sevgim hiç azalmamıştı ancak rıhtımdan ayrılırken hiç kimse bizi uğurlamaya gelmemişti. Kimselere el sallamadan ayrılmayı garipsemiştim ilk kez bir yere giderken uğurlanmıyorduk. Kimsiniz, nereye gidiyordunuz diye soran da yoktu. Kendi başımıza kendi gücümüzle gidiyorduk. Adaya giderken ki devlet eli artık yoktu. Han parası, sandal parası, vapur bileti derken her şey için para ödüyorduk.
Çeşitli vaatlerde bulunarak bizi apar topar adaya gönderen devletin şimdi bizimle hiç ilgilenmemesi çok gücümüze gidiyordu. Adada iki yıl boyunca adalar Türkiye’ye verilecek diye hayaller kurarak bekledik. Bizi Ahmet Bey kendi kafasına göre kandırmış olamazdı. O devletin bir görevlisiydi, bu kararları kendi başına düşünüp vermiş olması mümkün değildi. Verdikleri bu vaatleri neden hatırlayamadılar bir türlü anlayamamıştık. Biz böyle kızgın ve kırgın olarak gemiyle yola koyulduk.
Daha sonraları, bizden sonra da daha çok adalının Bodrum’a kaçtığının haberlerini almıştık. Aslında geçtiğinin demek daha doğru olurdu. Çünkü adadan Türkiye’ye gitmek isteyen Türklere, Yunanlılar hiç karşı çıkmamış, hatta kolaylık bile göstermişlerdi. Ancak biz bunu bilemedik tahmin de edemezdik. İzninizle biz gidiyoruz da diyemezdik. Korkulu bir kaçış yaparken, zaman zaman kötü kaderimize bile ağlamıştık.
Vapur yolculuğumuz devam ediyor, güvertede etrafı seyrederek gidiyoruz akşam olup hava kararmaya başladığında hava da sertleşmeye başladı. Çok geçmedi dalgalar yükseldi, vapura çarpıp içeri giriyordu. Vapurun güvertesinde kimse kalmadı. Herkes kamarasına çekildi. Biraz uyuyalım dedik ama vapur beşik gibi sallanıyordu. Alışkın da değildik, vapurun bu kadar sallanması hepimizi korkutmaya başladı. Hepimizin ağzından dualar eksik olmuyordu. Dalgalarla çarpışa çarpışa sabahı yaptık ama hiç kimse uyuyamadı. Gözlerimiz kan çanağı gibi oldu. Nerelerden geçtik, yolculuk kaç saat sürdü hiç farkında değiliz. Zulüm ediliyor gibiydik. Hava sakinlediğinde rahat bir nefes alabildik. Ancak uykusuz ve perişan haldeydik. Sağ salim İzmir Limanına girip Alsancak rıhtımında gemiden indiğimizde neredeyse toprağı öpecek kadar olmuştuk.
Rıhtımda At arabaları kiralandı, eşyalarımızı yükleyip Kemer tren istasyonuna gönderdik. Sersem olmuş kafalarımızla biz de eşyaların arkasından bir rehberin peşine takılıp, birbirimize kenetlenmiş olarak daha önce de yürümüş olduğumuz bu Alsancak yollarından, Kemer tren istasyonuna yürüyerek gittik. Bizi bekleyen eşyalarımızla birlikte bekleme salonuna yerleştik. Bu sefer İzmir’de beklemek zorunda değilmişiz Nazilli’ye her gün tren varmış. Nazilli’ye gidiş biletlerimiz alındı, trenin geliş saatini çok yakındı çok beklememiz gerekmedi. Kısa bir süre sonra tren geldi. Yerleştik, ve yine Nazilli yollarındaydık
Neden Nazilli derseniz, Nazilli’de bir buçuk yıllık bir alışkanlığımız vardı ve yaşamımızı kuracağımız başka bir yerde bilmiyorduk. Bizi yönlendiren de yoktu. Gözümüz gönlümüz orada aydınlanmıştı. Çalışmak için Sümerbank fabrikası vardı. Daha ne isteyebilirdik ki? İzmir’de de kalsak olurdu ama burası çok büyüktü. Yer bilmiyorduk, yol bilmiyorduk ne iş yaparız bilmiyorduk. Elimizden tutan kimse de olmazdı. Bu nedenle İzmir’de kalmayı hiç aklımıza getiremedik. Kaç aile isek hepimiz ayni fikirdeydik ve hepimiz de trenle Nazilli’ye gidiyorduk.
Tren düdük çalarak ilerliyor. Bizim yorgunluktan uyuyup kalmamız lazım ancak bu sefer de heyecandan uyuyamaz olduk. Şimdi kimin evinde misafir olacaktık. Kimseye biz geliyoruz diye mektup da yazmamıştık. Yeniden bir ev bulup yerleşeceğiz. Tekrar Sümerbank’ta çalışmak istiyoruz da ya almazlarsa diye korkuyorduk. Fabrikada çalışırsak iyi de ya almazlarsa hangi sıkıntılarla karşılaşacağız bilemiyorduk. Böyle düşüncelerle geldiğimiz yolları, tekrar seyrederek gidiyorduk. Ama geçen seferki gibi is içinde kalmak istemediğimiz için bu sefer vagonların dışına çıkmıyorduk. Epey bir zaman sonra tren düdüğünü öttürüp Nazilli’ye girdiğimizde. Biletçi “Nazilli’de inecek yolcular” diye bağırarak vagonları dolaşırken içime bir sevinç dolmuştu.
Hepimiz eşyalarımızla indik. Tamam geldik amacımıza eriştik ancak kime gideceğiz? Yerlilerle arkadaşlıklar kurmuştuk ancak evlerine gidecek kadar değildi. Nazilli’de İstanköy’lü kaldı mı diye Etrafa bir dost arayan gözlerle şaşkın şaşkın bakınırken karşımızda babamın akrabası Şaziye ablamın eşi Mehmet ağabeyi gördük. Hepimize hoş geldiniz dedi. Bizi bekliyormuş. Babamın ve annemin ellerini öptü. Haydi, bakalım ben sizi almaya geldim, Şaziye sizi bekliyor, dedi. Öyle sevindik ki yerde para bulsak bu kadar sevinemezdik.
Mehmet ağabeye, arkadaşım Medaha ile ağabeyi Ali’yi tanıştırıp adadan beri yol boyunca birlikte geldiğimizi, Nazilli’nin yabancısı olduğunu söyledim, onları da bırakmadı. Eşyalarımızı yine bir at arabasına yükledik ve hep beraber Mehmet ağabeylere gittik.
Onlar da bizim gibi adaya dönmüşlerdi ancak bizden önce kaçıp gelmişler ve Nazilli’ye yerleşmişlerdi. Adadan kaçış sürekli olduğundan bizden önce gelenlere babam söylemiş olmalı ki Adadan bizim de geleceğimizi duymuşlardı. Mehmet ağabey her zaman aşağı Nazilli’den yukarı Nazilli’ye gelip biz geldik mi diye trenleri kontrol edermiş. O nedenle Mehmet ağabeyi bizi bekliyor bulmuştuk.
Mehmet ağabeylerin oturduğu Aşağı Nazilli’nin Çapa Hasan Mahallesine geldik. İki gün misafirleri olduk, yine Çapa Hasan Mahallesinde kiralık bir ev bulduk. Medaha da ağabeyi ile yakınımızda bir ev buldular. Mehmet ağabeylere çok teşekkür ettik ve ayrıldık. Çoluk çocuk onlar da kalabalıktı.
Nazilli’ye geldiğimizin üçüncü gününde evimize yerleşmiş olduk. Evler eski yapı, kerpiçtendi. Ancak razıydık şimdilik başımızı sokacak bir evimiz olmuştu.
Evet, şimdi sıra en büyük sıkıntımızı gidermeye geldi. Çalışmamız lazım Nazilli’ye gelmemizin en büyük nedeni Sümerbank fabrikasında işe girmekti. Tekrar işe girmemiz lazım. Evimize yerleştikten iki gün sonra gidip başvurduk. Sümerbank başvurumuzu kabul ettiğinde havalara uçtuk. Ancak beni ve kardeşim Mehmet’i kabul etmişlerdi. Annemi yaşlı diye almadılar. Medaha ve ağabeyini de kabul edildiler. Kabul edilen bizimle birlikte daha birçok aile de vardı. Giriş işlemlerine başladık. Ben 18 yaşındayım ama nüfusumda 2 yaş büyük yazılı olduğumdan o anda 20 yaşında görünüyordum.
Ellerimizdeki kâğıtlarla kayıt için sağa sola koşuşturuyorduk. Hepimiz çok sevinçliyiz. Yalnız bazı işçilerden duyduğuma göre, kabulümüzün gerçekleşeceği en son yer doktor muayenesiymiş. Ve çok aksi bir başhekim varmış. İnce eleyip sık dokuyan biriymiş. Kolayına kimseyi işe almazmış. Çok sıkı muayene ediyormuş. Biz her türlü kayıt işlemlerini bitirmiştik. Ertesi gün ve en son başhekimin muayenesi kalmıştı. Sağlık muayenesinden nasıl geçecektik artık bütün meselemiz oydu.
O gece yardımcı olsun diye Allah’ıma dua edip durdum. Doktor bize iş göremez mührünü vurursa halimiz haraptı. Ne iş yapardık, nerede ne iş bulur da geçinirdik. Nazilli’de başka iş yeri var mı ki? Diye sabahı nasıl yaptım bilmiyorum.
Sabah erkenden kendimizi hastaneye attık. Sıraya girdik. Bizden evvel yerli gençler gelmişler bekliyorlardı. Başhekimin odasından kimisi gülerek, kimisi de ağlamaklı çıkıyordu. Heyecandan neredeyse titreyecek gibiydim. Neyse sıra bize geldi. Bizi de teker teker içeri aldılar. Öyle bir muayeneden geçtik ki para versek bu kadar güzel muayene olamazdık. Dedikleri kadar vardı. Doktor Mehmet Bey işi çok sıkı tutuyordu. Ancak bizler de aslan gibi gençlerdik. Velhasıl bakılmadık ne dişimiz kaldı çürük mü diye, ne elimiz kaldı titriyor mu diye, ne de ayaklarımız kaldı ağrıyor mu diye. O beni muayene ediyor, benimse gıdıklanmaktan güleceğim geliyordu. Muayenem bitti, iyi bir kontrolden geçtik ancak sonuçlar ertesi sabaha kalmıştı. Yine bir gece daha uykusuz geçti. Ertesi sabah neticeyi almaya gittiğimizde Adadan gelen tüm gençler işe alınmıştık. O sevinçle koşmaca soluğu fabrikada aldık. Memur beylere kâğıtlarımızı gösterdik. Kayıtlarımızı yaptılar. Beni yine eski bölümümde bobine, kardeşimi dokuma bölümüne masuracı olarak verdiler. Medaha ile ağabeyi Ali’yi de iplik bölümüne yerleştirdiler. Ertesi sabah da hepimiz iş başı yapmıştık.
1947 yılıydı 18 yaşındaydım. Kardeşim Mehmet ile birlikte Nazilli Sümerbank fabrikasında dönüşümlü üç vardiya olarak çalışıyorduk. Adaya geri dönmek ailemize pahalıya mal olmuştu. Bir sürü olumsuzlukların yanında Mehmet dayımı kaybettik, kardeşim okulundan oldu, ben okuyamadım diye üzülürken kardeşim de diplomadan oldu. Annem de işinden olmuştu. Gerçi annemin sanatı vardı. Bu nedenle hiç sıkılmadı. Singer marka el dikiş makinesi ile hem elbise ve gömlek, hem de yorgan dikiyordu. İşi iyi idi ve hiç boş vakti olmuyordu. Kardeşim Ali okula başladı. Babamda zanaat diye bir şey olmadığından ya evde yan gelip yatıyor ya da kahveden eve sefer yapıyordu.
Adaya geri giderken vedalaşıp ağlaştığım arkadaşlarımla iki yıl sonra tekrar buluştum. Bu sefer kavuşma sevinci içinde sarılıp ağlaşmıştık. Sevmek ve sevilmek dünyanın en güzel duygusudur diyorum.
Biz Türk’üz ve nice zorluklara katlanıp kavuşmak için can attığımız Türkiye Cumhuriyeti bizim ülkemizdir. Zorluklarla tekrar kaçıp geldiğimiz ülkemizde bizi tekrar kabul eden İnönü hükümetine yine de teşekkür ettik. Verdikleri iskân sözüne gücendik ama ne yapalım, sineye çekmiştik. Çalışıyorduk, kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyorduk. Sağlığımız yerindeydi ve huzurluyduk. Her ne yaşamış olsak da eriştiğimiz o günlerimize binlerce kez şükretmiştik.
Yıl 2011 şimdi 82 yaşındayım ve artık sizlere veda ediyorum. İşte ben, İstanköylü fakir kız, hayat hikâyemi dilim döndüğünce, yalansız dolansız anlatmaya çalıştım. Sizlere hatırlayabildiğim kadarını, hayal mahsulü hiçbir şey eklemeden anlattım. 18 yaşımda anılarımı yazmaya başlayabilseydim çok daha uzun ve detaylı bir öyküm olurdu. Ancak bu kadarını da yazmış olmaktan çok mutlu oldum hoşça kalın.
Saygılarımla, Zühre HELEBİ AVCI.
İKZ 016
İstanköylü Kız ZÜHRE nin hikayesi burada bitmiyor elbet, “Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine” masal sonu bağlaması ile bu öyküyü bitiremeyiz. Zühre HELEBİ evlendi yuva kurdu ve dağınık ailesinin iletişim kaynağı oldu. Önce Bodrum’a gitti kardeşi Muzaffer’i buldu, İstanköy’de kalan akrabalarına sık sık ailece ziyaretleri gerçekleştirdi.
Öykümüzde ismi geçenleri aşağıdaki fotoğrafta işaretledim ki hatıralarına saygılarımızı sunalım.
İKZ 017
1… Zühre (HELEBİ) AVCI….. Kitap yazarımız
2… İrfan AVCI…… Zühre (HELEBİ) AVCI’nın kocası
3… Fazilet AVCI……Zühre + İrfan AVCI çiftinin küçük kızları
4… Melek AVCI….. Zühre + İrfan AVCI çiftinin büyük kızları
5… Ejder AVCI…… Zühre + İrfan AVCI çiftinin oğulları
6… Ali HELEBİ…….. Zühre HELEBİ AVCI’nın cici annesi Gülsiye’den olan kardeşi.
7… Mehmet HELEBİ….. Zühre HELEBİ AVCI’nın öz kardeşi
8… RAİFE (HACIBEKİR) HELEBİ…. Zühre HELEBİ AVCI’nın annesi.
9… ALİ HACIBEKİR….. Raife’n
in kardeşi … Zühre HELEBİ AVCI’nın dayısı
YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM SONU.