ALİ DİZDAR YAZDI, AĞAÇ BÜKÜCÜLERİ GAYIKÇILAR (2)
AĞAÇ BÜKÜCÜLERİ GAYIKÇILAR (2)
MERCAN MEMET…. Mehmet NALBANTOĞLU
Girit’in SPİNALONGA Adası Girit’te yaşayan bilhassa denizci olan Türklerin yaşadığı küçük bir ada. Ada halkının çoğunluğu kapalı toplum yaşamının getirisi nedeniyle birbiriyle akraba idiler. O nedenle Spinalonga’dan gelen göçmenlerin neredeyse hepsi bir yerden akraba olmuşlardı. Ve adada ne kadar Türk varsa hepsi göç ettiler. Çoğunluğu ilk önce Yunanistan’ın KOS ve Rodos adalarına yerleştiler. O zamanlar bu adalar henüz Osmanlı topraklarıydı. Az da olsa direkt Bodrum’a gelenler de oldu. 1912 de 12 adaları İtalyanlar işgal ettikten sonra Mübadele ile adalardaki bu Girit Türkleri Türkiye’ye göç ettiler. Göç etme cesareti olmayanlar ya da halinden memnun olup adalarda yaşamayı kabullenenler de ikinci Dünya savaşının hışmına uğrayıp kaçarak Türkiye’ye geldiler. İkinci dünya savaşı sona erip adalar Yunanlılara verilince üçüncü kez bir göç dalgasıyla Türklerin Türkiye’ye göçtüklerine şahit olduk.
FOTO MM 001
Girit’ten başlayan bu göç dalgasıyla gelenlerin büyük bir çoğunluğu denizciydi. Ve birçoğu da teknesiyle geldi ya da bir tekne edinip denizciliği devam ettirdiler.
Bu göçmenlerden geniş bir aileye sahip olan NABANTOĞLU sülalesinin çoğunluğu Bodrum’da aklımıza kazınmış meslek ve popülerlik elde etmişlerdir. Bunlardan birisi de tekne yapım ustalığı ile ünlenen MERCAN MEMET yani Mehmet NALBANTOĞLU dur.
Kâh onun ağzından dinlediğimiz hayat hikayesinde kâh sorularıma verdiği cevaplardan derlediğim bu yazımla Bodrum’un usta GAYIKÇISI MERCAN MEMET den tekne yapım serüvenimize birkaç sayfa daha ekliyoruz.
FOTO MM 002
Dedem Kaptan Mustafa NALBANTOĞLU, Spinalonga Adası’nda balıkçılık yapan bir denizci. Girit Osmanlı hakimiyetinden çıkmaya başladığı yıllarda yani Osmanlının zayıfladığı yıllarda gerekse Rum çetelerin baskınlarından bunalmışlar gerekse de adaya cüzzamlıları yerleştirmeye başlamalarından adaları yaşanmaz hale gelmiş. Bir bakıma göçe zorlanmışlardı. İlk önce Rodos Adası’na sonra da Bodrum’a göçmüşler. Dedem Bodrum’a gelemeden vefat ettiğinden aileyi babamın dayısı Rodos’ta ayakkabıcılık yapan bizim İbrahim dede diye andığımız İbrahim KORAL idare etmiş ve aileyi mübadelede Bodrum’a getirmiş. Babam Hüseyin NALBANTOĞLU Girit doğumlu babadan oğula geçen denizcilik mesleğini devam ettirdi. Babam, “KUKAÇİ KAPTAN” olarak tanınırdı. Babamın “SEBAT” isimli Kangava teknesi vardı. Süngercilik yapıyordu. Süngere çıkamadığı zamanlarda da kıyılar arasında nakliyat yapıyordu. İzmir’den aldıkları bakkaliye malzemelerini kıyılardaki yerleşim yerlerine ulaştırıyorlardı. Bodrum’da yetiştirilen incir, tütün, harnup, defne, meşe palamudu gibi çuvallanmış ürünleri Bodrum limanı açıklarına demirleyen gemilere nakletme işinde de çalışıyorlardı. Bilhassa ikinci dünya savaşı yıllarında süngerciliği mecburen bırakmışlar ve bütün işleri nakliyecilikmiş. Babam uzun yıllar teknesiyle Kangava süngerciliği ve ardından dalgıç süngerciliği yaptı. Taşımacılık ve süngercilik parasal olarak tatmin etmemeye başlayınca teknesini IĞRIP teknesine dönüştürüp bir süre de balıkçılık yaptı. Turizmin popüler olduğu yıllarda teknesini karada bırakıp mavi yolculuk teknelerinde kaptanlık yapmaya başladı 80 yaşına kadarda Kaptan olarak çalıştı. Karada kalan teknemiz “SEBAT” zaten de eski bir tekne olduğundan bir daha yüzdürülemedi çürüdü gitti. 1996 da vefat ettiğinde tahminen 85 yaş civarındaydı.
FOTO MM 003
FOTO MM 004
FOTO MM 005
Bizler çocuk yaşlarımızda anne babalarımızdan onların göç hikayelerine dair herhangi bir hikâye dinlemedik. Yeni neslin kin ile yoğrulmasını istemediklerinden yaşadıkları zulümleri yutkunup bizlere anlatmadılar. O nedenle kim nerede ne zaman doğdu Türkiye’ye nasıl geldiklerini ileri yaşlarımıza kadar öğrenemedik. İleriki yaşlarımızda da özel gayretlerle öğreniyoruz.
O zamanlar Bodrum’da kazancını denizden sağlayanların en önemli kazanç kapıları süngercilik ve kıyı taşımacılığı yani nakliyat idi. Sünger toplama işini Kangava tekneleri ile yapıyorlardı. “Kangava Sünger Avcılığı” tabirini biraz yanlış bulurum, toplayıcılığı desek daha doğru çünkü bahçeden marul toplar gibi süngerler düz deniz diplerinden kazınarak toplanıyordu. KANGAVA dediğimiz tertibat söyle oluşuyordu: Teknenin boyu nispetinde altı ile on metre uzunluğunda, demir bir boru. Bu borunun her iki ucuna döner birer demir tekerlek takılır. Bu tekerlekli düzenek sapan dediğimiz çelik tel ile bir aracın arkasından gelen römork misali deniz dibinde çekilirdi. Deniz dibinde tekerlekleri marifetiyle ilerleyen bu aparata uzunluğu kadar ağzı olan büyükçe bir ağ torba bağlanır. Bu torbanın alt ucuna yerde sürünerek gelmesini sağlayacak zincir bağlanır, üst ucuna da yüzen mantarlar bağlanır ki torbanın ağzı açık kalsın. Bu tekerlekli aparatın arkasından yere sürtünerek gelen zincir, deniz dibinde bulunan süngerleri yerden kopararak torbaya aktarır. Ağırlaşan torba tekerlekle birlikte tekneye alınarak süngerler toplanır. Ve işleme devam edilirdi. Bu avlanma şekline KANGAVA AVCILIĞI bu işi yapan teknelere de KANGAVA TEKNESİ denirdi. Kangava tekne sahipleri ve de kaptanları uzun yıllar bu işi yaptıkları için artık deniz dibinin nerelerinde düzlükler olduğunu nerelerinin kayalık olduğunu ezbere bilirlerdi. Çünkü Kangava çekmek için düz bir satha ihtiyaç duyarlardı. Süngerciliğin bitiminden sonra bir de turizm başlayınca Kangava tekneleri turizmin hizmetine girmek üzere dönüştürüldü ve günümüze geldiğimizde örnek dahi kalmadı. Onları sadece resimlerde görebiliyoruz.
FOTO MM 006
Kangavalar; deniz dibine yaptıkları tahribatların yanı sıra deniz diplerini tararken bolca tarihi eserler de çıkarmışlardır. Kangava ağlarına takılan bilhassa amfora tabir ettiğimiz tarihi testileri ve benzeri eserleri süngerciler getirip müzeye teslim ediyorlarmış. Bodrum Kalesindeki Müzelerimizde Gangavacıların kazandırdığı birçok eser sergilenmektedir.
İlk zamanlar henüz motor yaygınlaşmadan önce Kangava tekneleri yelkenle yürütülüyordu. Kangava tertibatını yelkenle çekmek için çok elverişli hava şartlarına muhtaç oluyorlardı. Rüzgâr hangi yöne doğru eserse Kangava da o yöne doğru çekiliyordu. Çok sert havalarda çalışamıyorlar rüzgâr olmayan günlerde de deniz üzerinde pinekliyorlardı. Bu nedenle Kangavacılık çok verimli bir getiri sunmuyordu. Yine de o zamanın önemli bir gelir kapısıydı.
Benim yetiştiğim zamanlarda artık tekneler motorlu hale dönüşmüştü yelken yedekte kalmıştı. Ancak bir zaman sonra forma dalgıçlığı popüler olmaya başlayınca birçok Kangavacı teknesini dalgıç teknesine çevirdi. Çünkü deniz dibinde sürekli düz araziler bulmak zor olduğu gibi kaliteli süngerler kayalara yapışmış olarak bulunduğundan dalgıçlar daha değerli süngerler çıkarmaya başlamışlardı. İlk okul çağlarında birkaç kez babamla Kangava avcılığına katılmışlığım olduğu gibi bir kere de Marmara Denizi’ne dalgıçlı sünger seferine gitmişliğim de oldu. O zamanlar Marmara Denizinde “Mantaba” cinsi sünger çok boldu neredeyse kıyıda dalmadan bile toplanabilinecek bolluktaydı.
“Mantaba” cinsi sünger küçük ticari değeri düşük bir sünger idi ancak bol olması nedeniyle çok kazandırıyordu. O nedenledir ki Bodrumlu süngercilerin birkaç yılı Marmara’da sünger toplamakla geçmiştir.
Benim de katıldığım Marmara’ya yaptığımız dalgıçlı sünger seferi benim meslek seçimime de yol göstermiş oldu. Ben marangoz yanında çalışmaktan vazgeçip yeni bir meslek arayışındayım yaşım 16 ve babamla sünger seferine gitmiştim. Bilindiği gibi baba meslekleri çocukların da seçeceği birinci öncelikli mesleklerdir. Marmara’da sünger toplama işini bitirip Bodrum’a dönüşü geçmiştik. Bu dönüşler genellikle yaz sonuna denk gelirdi. Motor gücümüz düşük olduğundan yolculuk uzun sürdüğü için gece gündüz devamlı yol gitmekteyiz. Çeşme’den sonra Kuşadası Körfezi’nde kuvvetli sert bir havada seyir yapıyorduk. Gece geç saat olmuştu babam çok yorulduğundan biraz dinlenmek istedi ve gökteki bir yıldızı kerteriz seçip sürekli bu yıldızı direğin tepesinde görerek bu rotadan sakın ayrılma diyerek dümeni bana verdi ve gidip yattı. Elbette o zamanlar yardımcı seyir aletlerinden mahrumduk. Bir süre o rotada gittim ancak yorgunluktan ben de uyuyup kaldım. Tekne almış başını gitmişti. Babam uyanıp durumun farkına vardığında neredeyiz demeye kalmadı Sığacık Körfezindeki sığlığın üzerine de çıkmıştık. Teknemiz su yapmaya başlamıştı. Muhtemelen sığlığa çarpmadan ötürü karinada delikler açılmıştı. O gece sabaha kadar hiç durmaksızın el pompasıyla tekneye giren suyu dışarı pompalamıştım. Tekne tıka basa sünger doluydu ve suç benimdi. Tekne batsa tüm yaz boyunca toplanan süngerler heba olup gidecekti bir yıl boyunca harcayacağımız kazancımızı da kaybedecektik. Gün ağarınca babam hazırladığı karışımı bana verdi, dalıp delikleri tıkadım ve tekneyi sığlıktan kurtarıp sağ salim Bodrum’a dönmüştük. O suçluluk duygusu ve korkuyu hayatım boyunca hiç unutamadığım gibi denizci olmamak konusunda da kesin kararımı o zaman vermiş oldum. Bu karar da benim İzmir’e gitmeme neden olmuştu.
Biz üç kardeştik ben en küçükleri idim. En büyüğümüz ablam SAADET 1940 doğumlu ağabeyim Ahmet Nazmi 1944 doğumlu ben 1947 doğumluyum. Annem Mediha’yı Genç yaşında yitirdik. Ben 11 yaşındaydım annem de 36 yaşındaydı.
İlkokulu okurken yaz tatillerinde her çocuk gibi esnaf yanına çırak verildiğimizden ben de terzi olan amcamın yanına çıraklığa giderdim. Amcam terzi Ahmet NALBANTOĞLU ikinci babamız gibiydi babam uzun süren sünger seferlerine gidince bizler amcamın himayesinde olurduk. İlk okul bittikten sonra hem bende okuma hevesi yoktu hem de ailelerimiz bizi okutabilecek maddi imkanlardan yoksun idiler. Buna rağmen İlkokuldan mezun olduktan sonra amcam bana “okumak istiyorsan seni orta okula yazdırayım mı?” diye sordu. Ben de istemiyorum çalışacağım dedim.
FOTO MM 007
Sonra gidip bizim mahallede oturan ayakkabıcı İstanköylü Emin ANADOL’un yanına çırak girdim. Emin ustanın çocukları benim mahalleden samimi arkadaşlarımdı. Babalarının yanında çalışıyorlardı onlara heves edip ayakkabıcı çıraklığına başlamıştım. Ancak bir yıl çalıştıktan sonra o iş beni sarmadı. Ve marangoz olmaya karar verip Hüseyin BAŞEĞMEZ ustanın yanına çırak girdim Hüseyin usta çok hünerli ve de çok disiplinli bir ustaydı ben de çok hareketli bir çocuktum ve epey dayağını yemişimdir. Bizim zamanımızda çıraklığını yaptığımız usta her şeyden üstündü yüzüne bile bakmaya korkardık. Otoriterlikte anne babadan önce gelirdi. Şikâyet etmek söz konusu bile olamaz usta ne yapmışsa haklı görülürdü. O nedenle de mutlak itaate mecbur olurduk.
FOTO MM 008
FOTO MM 009
FOTO MM 010
Hüseyin ustayla ev marangozluğu yaptık bir ev işi alınır kapı pencere bitene kadar orada konaklanır iş bitirilir evden çıkılırdı. Mesela Bitez’de bir ev alınır malzemeler eşeğe yüklenir eşek önde biz arkada yürüyerek Bitez’e gider bir hafta işi bitirene kadar orada kalırdık. Birkaç yıl da orada çalıştıktan sonra bu iş de beni sarmamıştı. 16 yaşına gelmiştim baba mesleğine de uzak durmayı seçince daha kariyerli bir iş arayışına girdim. O aralar arkadaşım Hüseyin DİKAN İzmir – Bayraklı’da polyester tekne yapan Fikret TACAR’ın yanında çalışıyordu sen de İzmir’e gel sana da iş buluruz deyince heveslenip İzmir’e çalışmaya gittim. Felçli bir adamın evinin bir odasını kiraladık. Orada kalırken iş aramaya başladım en çok bildiğim meslek marangozluk olduğundan ilk önce mobilya marangozun yanında işe başladım. Masa sandalye koltuk gibi her türlü ev eşyaları yapan mobilya marangozuydu bir yıl da orada çalıştıktan sonra orası da maddi olarak beni tatmin etmeyince ayrılıp Hüseyin’in çalıştığı Fikret TACAR’ın tersanesinde işe girdim. Polyester tekne yanı sıra ahşap tekne de yapılıyordu. Polyester tekne tekniğinden lamine tekne yapma tekniğine kadar çok detaylı tekne yapma sistemleri öğrenmiştik. 1967 de Askere gidene kadar da orada çalıştım.
FOTO MM 011
Askerliğimi. Heybeliada Deniz Lisesinde önce ambulans sonra komutan vasıtasında serdümen olarak yaptım. 1969 askerden sonra tekrar İzmir’e Fikret TACAR’ın yanına çalışmaya gittim. Benim arkamdan aynı dönem askerlik yaptığım “OLMAYİ” lakaplı Ali DİKAN geldi onunla birlikte de Recep GÖYMEN geldi birlikte çalışıyorduk. Biz üç Bodrumlu beraber ev tutmuştuk. Ben, Ali Dikan, Recep GÖYMEN üçümüz. Bir yıl kadar çalışmıştım ki Ali DİKAN işi bırakıp Bodrum’a dönme kararı almıştı. Ben de zaten işten hoşnut olmamaya başlamıştım usta bizi aşırı çalıştırmaya başlamıştı. Ali gidince evin düzeni de bozulacağından ben de kararımı verip Bodrum’a döndüm.
Bodrum’a döndükten sonra çeşitli teklifler geldi ancak mahalle komşumuz Erol AĞAN birlikte çalışmayı teklif edince tereddütsüz kabul edip birlikte çalışmaya başladık. O zaman Erol AĞAN’ın tersanesi kale duvarlarına bitişik olan trafo binasının altındaki yerinde idi. İşe başladığımda o zamanın en alımlı guleti “BALIK” yapılıyordu. Ben de çalışmaya dahil oldum. Benim mobilyacı yanında çalışmam nedeniyle kamara içlerinin mobilyaları üzerinde meziyetli olmamı çok beğenilmişti. Zaten o zamanlar tekne içi dekorasyonunda usta kişi çok azdı. Hiç unutmam BALIK teknesini bitirdik ilk Kaptanı “FOTO BARUT” olarak da ün yapmış olan Kaptan Mehmet BARUT idi. Tekne teslim edildi demir aldı gidecek ben içeride hala çalışıyordum. İşi bitirdiğimde tekne kıyıdan uzaklaşmıştı ve beni sandalla sahile bırakmışlardı. İşi savsaklamayı yarım bırakmayı asla kabul etmezdim.
FOTO MM 012
FOTO MM 013
FOTO MM 014
FOTO MM 015
FOTO MM 016
3 yıl kadar Kale altındaki tersanede Çolak Erol USTA ile birçok tekne yaptık. Erol Ustanın tersane alanı kapasitesi 2-3 tekne sığacak kadardı. Aldığı sipariş tekneleri kuracağı alan yetersiz olmuştu. O zamanlar Bodrum’da turizm ile birlikte Mavi Yolculuk da patlamış peşi sıra da tekne siparişleri de patlamıştı. Hem piyasanın ihtiyacı mavi yolculuk tekne ihtiyacı hem de özel tekne yaptırma tirendi Erol Usta’ya yeni bir tersane sahası aramasına neden olmuştu. Ve İÇMELER’de karar kılmıştı.
Bu arada benim tekne yapımcılığı konusunda artık olgunlaşmaya başladığımı da gördüğünden beni kaybetmek istemediğinden bana ortak iş yapma teklif etti. “Bir tekne kuralım ben malzemeyi vereyim sen de işçilik alma tekneyi bitirip satalım paylaşalım” dedi ve tekneyi yapıp sattık ardından İçmeler’de birlikte tersane açalım dedi. Kabul edip İçmeler’de tersaneyi kurmaya başladık. Yol yok, elektrik yok kuru arazide yavaş yavaş tersaneyi oluşturmaya başladık. Elektriğimizi jeneratörle sağlıyorduk yol olmadığından malzeme ve keresteleri denizden teknelerle taşıyorduk. İnşaat malzemelerini denizden tekneyle deniz kenarına getirir oradan da develerle atölyenin olduğu yere taşırdık. Gerek tekne yapımı gerekse çekek sahası için ihtiyacımız olan kütük nakliyesini deniz üzerinden teknelerle yapıyorduk. İhtiyacımız olan lataları Osmanlı tersanesindeki atölyelerde kestirir teknelere yükler götürürdük. Tekne üzerinde taşıyamayacağımız kadar büyük kütükleri piyade teknelerinin arkasına bağlar denizden çekerek götürürdük. “ŞENÇİÇEK” teknesi bizim personel servis aracımız olmuştu. İbrahim ŞENŞİÇEK Kaptan, ben ve benim elemanları sabah “ŞENÇİÇEK” teknesi ile Raşit’in kahvesinin önünden alır İçmelere tersaneye götürür, akşam paydosunda da gelir alır Bodrum’a getirirdi. Çok zorda kalırsak da patika yoldan yürürdük. Böyle yokluklar ve zorluklar içerisinde uzun uğraşlar sonucu hangarı inşa ettim. Çalışmaya başladık uzun yıllar kara yolumuz ve şehir elektriğimiz olmadı. Erol usta İçmelere yolunu yaptırana kadar tersanesini tam olarak taşımamıştı kale altındaki tersanesini çalıştırmaya devam etti. 6-7 yıl sonra İçmekler yolu yapıldıktan sonra Erol usta İçmeler’e tam olarak taşındı ve ilave araziler de alarak tersane alanını genişletti. Ve ondan sonra da tam faaliyete geçtik.
FOTO MM 017
İçmelere ilk giden ve ilk tersane tabelası benim tabelamdır. Arazi Erol ustanın idi ve ortaktık ancak ilk atölyeyi ben kurduğum için atölyeme “MERCAN” ismini asmıştım. Daha sonra 1979 da satın aldığım tersane sahasında da bu isimle tekne imalatı ve çekek yapmaya devam etmiştim. Ve ünlenmem de bu isimle oldu. Bana “MERCAN” lakabını ablam takmıştı. Ablamdan 7 yaş küçük olmam sebebiyle beni “MERCANIM” diye severdi. Ablamın beni böyle sevmesi de hoşuma giderdi. Bu ismi benimsemiştim tersanem için isim aramam gerekmedi “MERCAN” koydum. Bodrum’da bizim zamanımızda lakaplarla ünlenirdiniz. Benim de ünlenmem piyasada isim yapmam bu isimle olduğundan adım “MERCAN MEMET” olarak tanındı.
FOTO MM 018
FOTO MM 019
FOTO MM 020
FOTO MM 021
FOTO MM 022
Ortaklı, ortaksız çalıştırdığım tersanelerde çok tekne imal ettim. Tam muhasebesini tutmadığımdan tam sayı veremem ancak yaptığım tekne sayısı 60’ı bulmuştur. Benim tersanemde tekne yapım üzerine sınır olmadı 40 metre ahşap tekne yanı sıra kano da yapılmıştır saç gulet de. İçmelerde çok iyi çalıştığımız yıllarda tersanelerden denize 10-15 tekne indiğini bilirim. Benim bir yılda 2-3 tekne yapıp bitirdiğim yıllarım da olmuştur. Tekneciliğimizin zirve yaptığı yıllardı. Diyeceksiniz ki çok para kazandın mı? HAYIR… O performans karşılığında kazandığımız ücretler yetersiz kalır. Biraz da tutumsuz biri iseniz aldığınız siparişi teslim edebilmek için yeni siparişten alacağınız kaparoya ihtiyacınız olurdu. Benim hesaplı ve tutumlu olmam piyasada tutunmama neden olmuştur. Rahatsızlıklarım başlayınca da artık bu işi sonlandırmam gereğine inandım ve tersanemi satıp 2015’te de mesleği bıraktım. Rahatsızlığınız sizin tersane içerisinde gezinmenize mani oluyorsa o işten hayır gelmez teknecilik işi masa başında yapılan bir iş değildir.
Ağabeyim Ahmet Nazım NALBANTOĞLU uzun süre benim tersanemde benimle birlikte çalıştı. Ağabeyim gençliğinde İstanbul’da KARA OKTAY olarak bildiğimiz kişinin yanında dalgıçlık yapmıştı. KARA OKTAY’ın katamaran teknesi vardı. O tekneyle İstanbul’da dalgıçlık işleri yapıyorlardı ve ardından Oktay Bodrum’a geldi ve Bodrum’da iş yeri açtı. Ağabeyim de onunla birlikte Bodrum’a döndü birlikte çalışmaya devam ettiler. KARA OKTAY Bodrum’da deniz malzemeleri satan bir dükkân açtı ve Torba’da tersane kurdu. Torba’daki tersanelerinde önceleri iç dekorasyon mobilya imalatı, ahşap tekne imalatı yapıyorlardı. Ardından beton tekne imalatına başladılar. Ağabeyim becerikli adamdı kaynak işlerinden de iyi anladığından tekne imalatını birlikte yapıyorlardı. İşleri bozulup tersane kapandıktan sonra Ağabeyim de gelip benimle çalışmaya başladı. Son yıllarına doğru kendine bir tekne yapıp mavi yolculuğa da heveslenmişti.
FOTO MM 023
FOTO MM 024
KARA OKTAY (Oktay ERCAN), Kanada’da kurulmuş “SAMSON MARİNE” beton tekne imalat firmasından distribütörlüğünü alarak. Beton tekne işine girişmişti. Türkiye’de bir ilk olan beton tekne imalat tersanesini kurdular. En büyüğü 16 metre (HEYA MOLA) olan muhtelif boyutlarda 11 tekne imal ettiler. Tekne planları SAMSON firmasından geliyormuş.
FOTO MM 025
Türkiye’de ilk kez denenen Bodrum’da betonarme tekne yapımı tersanesi TORBA da kurulmuş oldu. Tekne iskeleti telden örülüyor üzerine bordalar ve güverte, su emmeyen özel karışımlarla yapılan beton ile sıva yapılarak oluşturuluyor, iç kısım kamaralar ahşaptan yapılıyordu. Birkaç tekne imalatından sonra Dinç otelinin sahibi Demir DİNÇ’e 9,5 metrelik bir beton tekne yaptılar. Demir DİNÇ tekneyi biriyle ortak yaptırmıştı. Ancak talihsiz bir olay sonucu bu yapılan beton tekneyi sığlığa çarptılar ve delinen tekne battı. Batan tekneyi de bir daha yüzdüremedikleri için beton tekneye olan güven bir bakıma sekteye uğradı. Ahşap teknenin daha ucuza üretilebilmesi ve daha albenili olması da etken olunca beton tekne imalatı mecburen durdu. Oktay beyin hesapsız tutumu da devreye girince bir süre sonra da tersane kapandı.
FOTO MM 026
FOTO MM 027
Bizim zamanımızda gemi mühendisimiz yoktu ve ihtiyacımız da yoktu istenilen boya göre tekne iskeletini kurar şeklini, formasını oluştururduk. Usta çırak ilişkisiyle aktarılan kalıplaşmış ölçülerimiz olur onları baz alarak tekneyi kurar ona göre de şekillendirirdik. Tekne içinde yapılacak düzenlemeler isteğe ve ihtiyaçlara göre ölçülendirilirdi. Hatta ben bağımsız yaptığım tüm teknelerimde. Erol AĞAN ustamı çağırır ilk kuruluşunda onun fikrini ve tavsiyesini alırdım. Ben tekne yapım çıraklığı yapmadığımdan mesleğe ustalıkla balıklama daldığım için Erol AĞAN ustamın fikrini alır öyle işe girişirdim. İyi bir usta olduğum zamanlar da bile her tekneme Erol Ustamın tavsiyesini alarak başlardım. Hem onu onurlandırır hem de kendi yaptığım işi doğru yaptığıma inanmış olurdum. Erol AĞAN usta tekne formu kurma konusunda müthiş meziyetli bir ustaydı onun yaptığı tekneler parmakla gösterilirdi. Gözüyle tekne dizaynındaki aksaklıkları tespit edebilirdi.
Bodrum’un ilk gemi mühendislerinden olan Fuat TURAN kurdukları ekiple Ortakent’te tekne imalatı yapmaktaydılar ancak bir süre sonra işler iyi gitmediğinden işleri bozulunca iş yerini kapattılar. Ben de Fuat’a birlikte çalışmayı teklif ettim kabul edip geldi. Zaten eskiden gelen bir dostluğumuz vardı. Tersanemde ofisini açtık birlikte çalışmaya başladık. Hem bize yardımcı oluyor hem de kendini geliştiriyordu. 1990 lı yıllarda yapılacak teknelere proje çizme zorunluluğu getirilince mühendislerin de önemi artmış oldu. Bizim atadan gelme tekne yapım teknikleri artık rafa kaldırılmış yapılacak teknelere proje isteniyor ve çizilecek projeler İzmir Liman Başkanlığında tasdik ediliyor ve tekne yapımına öyle başlanıyordu. Bu nedenle de Fuat ile çalışmalarımız sıkılaşmıştı. Fuat TURAN daha sonra da kendi ofisini açıp bağımsız çalışmaya başladı. Ve ardından da gemi mühendisleri çoğaldı.
1 Temmuz Kabotaj Bayramlarında ki biz ona DENİZ BAYRAMI derdik. Biz gençler o kutlamalardaki yarışmalarda hırslanır rekabetçi olurduk. Ben MERCAN MEMET’i birkaç kez kürekli sandal yarışlarında seyretmiştim. Hatırlattığımda gülümseyerek.
Evet o konuda MATİZ ÜSEN (Hüseyin BİLEN) çok iyi idi, her yıl birinci gelirdi. Ben de kendimi kürek çekmede iyi hissediyordum ve rakip olmuştum. İlk katıldığım yıl yarışmalar Bardakçı koyunda yapılmıştı. Bitiş çizgisine MATİZ ile birlikte kafa kafaya girmiştik. Birkaç yıl rakip olduk ben o zamanlar 25 yaşlarında yıldırım delikanlı idim.
FOTO MM 028
Figen ile 1976 da evlendik 1977 de oğlumuz Koral doğdu.
FOTO MM 029
FOTO MM 030
Bizim denizcilik yaşamımızda kalıplaşmış bir kanı vardır. “KIÇIN BİR KERE DENİZE DEĞDİ Mİ DÖNÜŞÜN OLMAZ” derlerdi. Her ne yaparsak yapalım denizcilik genlerimize işlemiş bir kere. Kaptanlık yapmasam da eninde sonunda tekne gezilerine bulaşmaktan kaçamadım. Yaptığım teknelerde ve davet edildiğim teknelerde Bodrum CUP yelken yarışlarına çok katılmışlığım vardır. Misal birçok yarışlarda birinciliği alan “GRANDİ” teknesini ben yapmıştım ve o tekne ile yarışmak da nasip olmuştu. Mesleğimin son yıllarında kışları da içinde yaşayabileceğimiz kamaralı bir Tirhandil yaptım ismi “İMECE” idi. Piyasada kapalı kamaralı yani kış günlerinde de içinde yaşanacak güverte üzerine inşa edilmiş kamarası olan ilk tirhandildir. Zaten bu tipte büyük kamarası olan başkaca bir tirhandil tekne de yapılmadı. Biz o tekneyle epeyce geziler yaptık. Denizin tadını çıkarmıştık. Zaman zaman da Bodrum Cup yarışlarına da katılmışlığımız vardır. BODRUM STS okul gemisinin oluşturulmasında da katkım olmasından gurur duyarım.
FOTO MM 031
FOTO MM 032
FOTO MM 033
Usta çırak aktarımıyla ilerleyen ve Bodrum’a devasa iş imkanı ve istihdam sağlayan tekne yapım ve bakım işleri günümüzde durma noktasına gelmek üzeredir ki ilgi ve alakaya muhtaç olmaktadır. Tekne yapım ustaları yetiştirmenin okulu açılmış olması yeterli değildir. O okulda okuyan öğrencilerin ileride tekne yapım ustası olma hayalleri olması gerekir ki başarılı olsunlar. Bizler çıraklığa başladığımız andan itibaren nihayetinde iyi bir usta ve iş yeri açabilecek mertebeye ulaşmak için çalışırdık para kazanmak ilk amacımız değildi. Ve bu mesleğe karar kılıp çırak olanların neredeyse hepsi iyi bir usta olup ahşap yat tekneciliğini Türkiye’nin bir numarası yaptık. Bunu kaybetmemek gerek. Bayrağı teslim alacaklar çıkarsa çok sevinirim. Herkese selamlar saygılar.
Ağaçları büke büke yaptıkları gayıklar ile iftihar ettiğimiz gurur kaynaklarımız teknecilerimizden biriyle daha Mehmet NALBANTOĞLU “MERCEN MEMET” ile beraber olduk daha niceleriyle buluşmak umuduyla görüşmek üzere.
Beton tekne yapımını gerçekleştiren Oktay ERCAN hakkında ve beton tekneler bilgilerime yaptığı katkılardan dolayı Oktay ERCAN’ın eski eşi Ayşe TEMİZ’e ve arşiv fotoğrafları için MERCAN MEMET ve Ali ŞENGÜN’e teşekkür ederim.
Saygılarımla. Ali DİZDAR