E. Füruzan UysalFLAŞ HABERHABERLER

Şifa Dolabı. Füruzan Uysal’ın yazısı

Şifa Dolabı

Temmuz ayı şehir dışı yolculuklarda bir telaş, bir koşturmaca ile geçti. On gün kaldığım İstanbul dönüşü eve girerken en çok saksıdaki güzellerimi merak ediyordum. Sularını ayarlamış, altlarına plastik kaplar koyup evin en havadar yerine toplamıştım hepsini. Susuz kalmamışlardı lakin o kavurucu sıcaklar hepsinin boynunu bükmüştü. Cam güzelim, kuşkonmazım, küçük orospum, kurdelam, sardunyalarım, mandevilyam, yılbaşım öyle hasta hasta bakıyorlardı. Gözlerinin içine baktığım, açtıkları her çiçeğe güzellemeler sıraladığım, konuşa konuşa sevdiğim çiçeklerimin bu hallerini görmek yetmişti gözyaşımın akmasına… Kurtarabildiklerime sevindim, solup gidenlerime teşekkür duası ettim… Kim bilebilir ki kısa bir süre sonra on küsur saksıya döktüğüm gözyaşının kat be katını Bodrum’un ormanlarına, hayvanlarına, o eşsiz bitkilerine akıtacağımı…

 Büyük bir korku önce arkasından çaresizlik sonrasında çokça kızgınlık ve öfke dolu saatler, günler, geceler geçirdik.  Ağlamaktan, isyan etmekten, yalvarmaktan yorulduk… Umut etmeyi unuttuk. Uçak ve helikopter seslerini bekledik umutsuzca… Acil yardım sağlayan grupları takip ettik saat saat… Doğru bilgi için kanal kanal boşuna gezdik… 

Yanan ağaçların ağladığını duydum ben gelen görüntülerde… Alevlerden kaçan hayvanların çığlıkları kulaklarımı yırttı. Yüreğim yandı her bir fotoğraf karesinde, her video parçasında…

İsyan acıya, acı kedere karışırken bizi biz yapan yanımızı hatırladık. Biz olduğumuzu…. Bu acı deneyimle olmamasını bin defa dilemiş olsam da tek umut kaynağımız biz olmanın verdiği göz yaşartıcı dayanışmaydı. Biz bize yetmeye çalıştık. Gençlerimizle gururlandık, yardım kampanyalarındaki dayanışmayı gördükçe yarına dair umutlarımızı serptik yanan topraklara… Umudun, dayanışmanın, biz olmanın yeşerttiği güzel duygulara sarıldık sıkı sıkı…

Geçti çok şükür… Kayıplar için yastayız. Yardımlar için gönüllü…

 Geride kapkara dağlar…

O sıralarda o kadar öfkeli, o kadar kızgındım ki yazdığım her cümle ateş gibi yakıyordu… Vazgeçtim yazmaktan, ilk kez acıyı susturdum içimde, öfkeme yenik düşmesine izin vermedim kelimelerimin… Sustum içime içime…

Günler geçti… 

Fırınımın azizliğine uğrayıp kolumu yaktım yakınlarda… İlk aklıma gelen kantaron yağı oldu. Ne olduysa o zaman oldu… Hotozlu Teyze’nin pazarda ayak üstü yazdırdığı reçeteler geldi aklıma. Otlarıma ağladım… Alme yağı, kantaron yağı, kekik suyu, keçi boynuzu unu, sığla yağı, kenker otu ve diğerlerine… Şifayı doğada bulan, yüzyıllardır bilinene reçetelerle iyileşen biz kasabalılar şifa dolaplarımızı da yitirdik bu yangında. Ecza dolaplarımızı kaybettik. Ne acı!

Yıllar önceydi alme yağı ile ilk tanışıklığımız. Çocuklarımın gaz sancılarında ayaklarının altına sürmem gerektiğini bilerek büyümüştüm. Karnı ağrıyanın göbeğine, aftı olanın ağzına, boğazı yananın diline sürdük. Kulak ağrısı çekenin kulağının arkasına… Mide ağrısı çektiğimde aç karnına sığla yağıyla leblebi tozu kaplı küçük toplardan yutmayı bu coğrafya öğretti bana. Bronşit olanın göğsüne pamukla günlük sürmeyi de… Kızımın kolundaki yanık izine kantaron sürdüm. Harup pekmeziyle karşıladık kışı…  Uykusuz gecelerimizi mayıs papatyası çayıyla savuşturduk. Evlerden uzak, kötü hastalığa yakalananlarımıza köylerden kuzu göbeği mantarı getirttik… Varislerimizin sızısını at kestanesiyle hafiflettik.   Kekik suyuyla fırlayan şekeri düşürdük.  Mutfakta defnesiz pişmedi balık. Kabristan ziyaretlerimiz teynelsiz yapılmadı. Çetimek kahvesine gaba incirimizi yarenledik. Asabiyet baş gösterince karan çayı içtik. Çocukken dağlarda pinar kemirdik. Bir de üstüne çörül armutlarını dişledik.

Bunlar sadece şu an aklıma gelenler; gerisini siz hatırlatın.

Bodrum, Türkiye Florası’nın C1 karesinde yer alıyor. 650 km karelik Bodrum un en yüksek yeri 700 metre. Lakin bitki örtüsü muazzam.  Bu civarda saptanan 390 tür bitkiden 52 si tarımı yapılan, buraya özgü olmayan bitkiler. 338’i yerlilerimizin “deli” dediği doğal bitkiler. Gıda olarak kullanıyor hemen hepsi.  2. Önemli grupsa tıbbi bitkiler.  Reçetelenmiş, reçetelenmemiş bir sürü bitki sayılabilir bu grupta. Yemeğini, salatasını, haşlanmışını, çiğinden tükettiklerimizi saymıyorum bile… Köylülerimizin hayvanları için kullandıkları otlarımızı; sepet, hasır yaptıkları, çardaklarında kullandıklarını da unutmayalım. 

Uzun lafın kısası; sadece ormanlarımız gitmedi elimizden, nesilden nesile aktarılan halk reçetelerimiz de yangı bu yangınla…  Hayvanıyla, otuyla, ağacıyla toprağıyla çok eksildik… Yıllar alacak yeniden kavuşmamız…

Tek umut veren haber yine doğanın kendisinden geldi. Ben bu yazıyı yazarken yanan bölgelerden bir fotoğraf gördüm; yanıp kül olmuş ağaçların dibinde boy gösteren umut yeşili filizler…

Doğa bizi affediyor her şeye rağmen…

Sevgimde kalın dostça kalın…

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu