ALİ DİZDAR’IN YAZISI, BİR SANA İKİ BANA,

Yenilerinden sıdkımız sıyrıldı, sizi bu sefer eskilere götürüp gezdireyim biraz.
Nakliyatın temel araçları eşek ve deve olduğu yıllarda Bodrum’da hamallık en çok ihtiyaç hissedilen mesleklerden biriydi. Sermayesi olmayıp dükkân açamayan, belirli bir zanaatı olmayanlar hele bir de güçlü kuvvetli yapılı biriyse en kolay para kazanma yolu hamallığı seçerdi. Çok fazla iş kolu olmayan kasabamızda kimisi için ek iş olarak da yapılan nakliye hizmetini olmazsa olmaz hamallar yapıyordu, kâh arabayla kâh sırtında taşıyarak.
Kasabanın büyük şehirlerle irtibatını sağlayacak sağlıklı araba yolu olmadığından ihtiyaç olan bütün mallar genellikle deniz yoluyla ya özel teknelerle ya da gemilerle gelirdi. Çuvallarla, tenekelerle, kasalarda, bidonlarla gelen bu malzemeler gemiden yük motorlarına, motorlardan rıhtıma, rıhtımdan da depolara hamallar vasıtasıyla taşınırdı. Bir de ikinci Dünya savaşı yıllarında İngiliz donanmasının ikmal limanı haline gelen Bodrum artı bir malzeme transferi trafiği yaşamıştı.
Keza Bodrum’dan gidecek incir, harnup, sünger, defne, tütün, yine aynı yolla ihraç edilir ve gönderilirdi. Bir gemi ya da tekne ile gelen giden mallar bir-iki kişi ile nakledilmesi imkânsız miktarlarda olurdu. Bu nedenle çok hamala ihtiyaç olur hamallar da grup olup çalışırlardı.
Şehir içi nakliyatını kolaylaştırmak için hamalların genelde taşıma arabaları olurdu. İki araba tekerleği üzerine yerleştirilmiş ahşaptan yapılan büyükçe alçak kenarlıklı kasa ve birer metrelik iki kolu olan hamal arabası. Büyüğü küçüğü vardı elbet ancak bir (1) ton civarındaki eşyayı taşıyabilirlerdi. Yüklenmiş arabayı hamalın en güçlüsü ya da arabanın sahibi arabanın iki kolu arasına girer arabanın kenarlarına bağlı olan halatı omuzundan çapraz geçirir kollarıyla birlikte çekerek götürürdü, kollar genellikle dengeleme ve yön vermeye yarar asıl güç omuza geçirilmiş halat üzerinde olurdu. Yükün çokluğuna göre arabayı arkadan iten hamallar da olur yükleme boşaltmayı da yaparlardı. Bodrum yolları ve sokakları kısmen beton kısmen taş döşeliydi. Çok fazla yokuşu olmasa da taşlı yollarda hamallar epeyce zorlanırlardı. O nedenle arabayı bir kişi çeker genelde iki kişi de iterdi.
Çok fazla mal getirip götüren toptancı, bakkal, fırın gibi işletmelerin illaki böyle bir hamal arabaları olur çoğu zaman kendi işlerini gördükleri gibi ek iş yapma anlamında da ihtiyaç hissedenlerin de işlerini yaparlardı. Bunlardan birisi de Şalvarağa İbram (İbrahim Karabak) amcaydı. Salvarağa lakaplı KARABAK soyadlı bu dört (4) erkek kardeşin iki bakkal, bir fırın bir de kömür depoları vardı. İbram Amca kömür (mangal kömürü) deposunu çalıştırırdı. O zamanlar mangal kömürü çok kullanılan bir yakacaktı. Köfteciler ızgarada, kahveciler ocaklarında, evlerde mangallarda, mutfak ocaklarında, ütülerde çok yerde bolca kullanılırdı. Tüp gaz çok sonra icat oldu.
Şalvarağa dükkanlarının mal ihtiyaçlarını arabasıyla İbram amca taşırdı. Bu arada birisinin taşıma ihtiyacı da olursa İbram Amca hiç yerinmez hamal gibi çalışırdı. O devirleri gören herkes İbrahim amcayı Cumhuriyet Caddesinde şimdiki Mahfel Kafenin az ilerisindeki dükkanında “ABU HAYAT BU” diye bağırarak ayran satarken anımsar, çok bağırgan bir adam olduğundan arabayla eşya taşırken yolda yürüyen kişilere çarpmamak için klakson çalar gibi “ÇEKİLİN DEĞMESİN YAĞLI BOYA” diye gür sesiyle bağırarak ilerlerdi.
Bodrum’un renkli kişileri içerisinde elbette hamallarda yer aldılar. Ben göremedim ancak babamın çok sıkça anlattığı Bodrum’un PLAÇİ lakaplı ünlü bir hamalı varmış. PLAÇİ iri yarı ve çok güçlü bir adammış. İri bir adam olan Plaçi 45 numara ayaklarına zaten ayakkabı alamadığı gibi çıplak ayakla yürür her adım attığında ayaklarının yere çarpmasından çıkan “PLAÇH…PLAÇH….PLACH….” sesinden ötürü PLAÇİ lakabı verilmiş. Babam o zamanlar kuzeni Ali Ziylan’ın bakkal dükkanında çırak olarak çalışmakta, gençlik çağının başlarında ve adaleleri gelişmiş güçlü bir genç.
Ben çocukluğumda da rastlamıştım Bodrum’a cambazlar gibi ara sıra birtakım insanlar da gelir meydanlarda hayret uyandıran gösteriler yapar halktan para toplarlardı. Yere yatıp karnının üzerinden araba geçirmek gibi ekstrem gösteriler. Eskiden böyle gösteriler sık olurmuş. Zamanın bir gününde yine kasabamıza böyle bir kişi gelmiş üstelik bu kişi bir kadın, “KADIN PEHLİVAN” namıyla ünü her yöreye yayılmış iriyarı bir kadın. Kasaba kasaba dolaşıp, yere yatıp karnının üzerinden araba tekerini geçirir, dişleriyle bir kamyonu çekerek güç gösterisiyle etrafında toplanan ahaliden para toplayarak geçimini sağlayan biri.
Bu güç gösterisi bizim Plaçi’nin çok zoruna gitmiş, bir kadın gelmiş kasabasında güç gösterisi yapıyor diye bayağı içerlemiş. Bu kadın; gösterisini o zamanın en büyük meydanında yapacak saat verilmiş, gösteri yapılacak diye tellal bağırmış. Şimdinin eski ziraat bankası binasının olduğu yerde, hani önünde karikatüristlerin stant açtığı meydancık. O zaman çok daha geniş oradaki banka ve dükkanlar henüz yok iken hatta milli bayramların kutlandığı meydan halinde iken.
Bu gösteriye içerlemiş olan Plaçi de dükkâna gelip babama Recepo yürü depoya gidiyoruz diye babamı da alıp depoya gitmişler. Her zaman mal gelmediğinden sıkıntı çekmemek için satılacak mallar mecburen stoklanırdı. Her Bakkal dükkanının bir iki deposu olurdu. Bu depolar da genellikle Çarşıda Liman Camisi ile yıkılan kilise arasındaki o küçük cadde ve civarında olurdu. Bizim depoya malları da genellikle Plaçi taşırmış.
Plaçi babama Recepo şuradan üç (3) çuval şeker yükle bakayım sırtıma demiş. Babam vazgeçirmeye çalışsa da Plaçi ısrarcıymış. Babam (Recep Dizdar) tanesi 125 kilo olan büyük şeker çuvallarından üç çuvalı çömelen Plaçi’nin sırtına yüklemiş. Dedim ya babamın da gücünün zirvesinde olduğu yıllar 125 kiloluk çuvalları kaldırıp taşıyabilecek güçte. Neyse yüklemiş çuvalları özenle Plaçi’nin sırtına, Plaçi’nin özel bir bağlama usulü varmış halatıyla üç çuvalı vücuduna sarıp alnında sabitledikten sonra iki elini serbest bırakabilirmiş.
Çuvalları yüklenen Plaçi zorlanarak da olsa ayağa kalkmış ve yürümüş ancak kapının darlığı nedeniyle depodan dışarı çıkamamış. “Ah bre Recepo düşünemedim” deyim yeniden çömelip çuvalları indirtmiş. Bu seferde depodan dışarıya çıkıp çömelmiş Recepo şimdi yükle diye ısrar etmiş. Babam çuvalları tek tek depodan çıkarıp yeniden yüklemiş. Zar zor ayağa kalkan Plaçi sırtındaki 375 kiloluk Üç (3) şeker çuvalı ile gösteri yapılan alana yürümüş ve gösteri yapan kadının önünde durarak, kadına alkış tutmuş. Plaçi’nin ne demek istediğini anlayan kadın Plaçi’nin omzuna vurup “sen benden daha güçlüsün” diyerek takdirini belirtmiş.
Sonrasını babam şöyle anlatır. “Plaçi döndü depoya doğru yürümeye başladı yanına vardım çabuk Recepo indirelim şunları takatim tükenmek üzere diyordu…”
Çanakkale savaşında Seyit Onbaşının 215 kiloluk top mermisini kaldırıp namluya sürmesi pek nadir rastlanan bir durum da değilmiş hani.
Plaçi hamal arabasıyla eşya taşırken yanına iki de yardımcı alırmış ancak öyle hızlı çekermiş ki arabayı, yardımcılar arabayı itmek yerine yetişmekle uğraşırlarmış. Bunu görenler gücünü küçümsercesine “hayrola Plaçi yardımcı almışsın” diye takılırlarmış. Plaçi altta kalır mı “ben onları arabayı ittirsinler diye almadım koşarken ellerin dolu oluyor pantolonum düşerse kaldırıversinler diye tuttum” diyormuş.
Bir gün bir gemi gelmiş getirdiği eşyalar oldukça fazla. Hamalları toplamışlar gemi boşaltılacak ancak verilen sürede bu malların boşaltılması mümkün değil, hamallar Plaçi’den rica etmişler gel hamalbaşı sen ol işi zamanında bitirelim. Başlamışlar ve gün sonunda hamalların gündeliği hamalbaşı olarak Plaçi’ye verilmiş. Plaçi hamalları toplayıp parayı dağıtacak herhalde oldukça çok olan metal paralardan bir kese verilmiş. Plaçi başlamış dağıtmaya, “BİR SANA… BİR SANA… BİR SANA… BİR SANA… İKİ BANA” diğer turları da aynı şekilde yapıp parayı dağıttıktan sonra diğer hamallar itiraz etmiş. Niye sen iki pay alıyorsun diye… Plaçi, işinize geliyorsa benimle çalışırsınız yoksa ben giderim demiş. Tamam istemiyoruz seni, sen gelme demişler. Plaçi de ertesi gün gitmemiş. Gemide boşaltım işlemi ağır gitmeye başlayınca gemi görevlisi hamalları azarlamış ya bu işi zamanında bitirin ya da bırakın başkalarını bulalım demiş. Çaresiz kalan hamallar Plaçi’yi yeniden rica minnet razıyız diye çağırmışlar. Neyse o gün işler tıkırında gitmiş, yine gündelikler hamalbaşı olarak Plaçi’ye verilmiş, Plaçi dağıtacak “BİR SANA… BİR SANA… BİR SANA… BİR SANA… ÜÇ BANA” diye dağıtınca kimse sesini çıkaramamış. Diye anlatırdı babam hikayesini, ne kadar iyi iş çıkaran biriydi PLAÇİ diyebilmek için.
Hamal deyip geçmeyin kasabamızın çok önemli iş görenleriydi. O zamanlarda her şeyimizi onlar taşırdı. Pazar alışverişlerini evlerimize onlar taşır, taşınacak ev eşyalarını onlar getirir götürürlerdi. Bazen hamal arabasına mahallenin çocuklarını doldurup gezdirdikleri de olurdu ya da yolda yürürken rastladığın boş giden tanıdık hamal amca biz çocukları arabasına bindirerek sevindirirdi. Ya da biz arabanın arkasına tutunarak eğlenirdik.
Yoksul ve zamanın yokluklarıyla yaşayan bir kasabaydık ancak günümüzdeki dertler ve haksızlıkları minimum yaşayan insanlardık, yaşam böyleymiş diye kabullenip sızlanmazdık. Yolumuzu bozuyorlar düzeltmiyorlar, elektriğimiz kesiliyor, sular kesiliyor, yollarda su boruları patlıyor, inşaat gürültüsünden uyuyamıyoruz, trafik tıkanıyor, denize girecek yerimiz kalmadı, ormanlarımız yok oluyor, her yer beton oldu, arazilerimizi devlet gasp ediyor, elektrik faturaları canımıza ot tıkıyor gibi daha nicelerini ekle ekleyebildiğin kadar, yaşam çileye döndü. Eskiyi neden özlediğimizi anlamalısınız. Cep telefonunun hayatımızı kolaylaştırması çilemizi hafifletmiyor.
Neyse ki yinede “GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ ÇOCUKLAR” umudumuzla sağlıklı kalın hoşçakalın.
Saygılarımla. Ali Dizdar